8 Mayıs 2009

YAŞ ANTLAŞMASI

YAŞ ANTLAŞMASI

Avusturya'nın bu savaştan çekilmesi sonucunda yalnız kalan Rusya, bir yıl sonra barış istedi. İki devlet arasında imzalanan Yaş Antlaşması ile savaş sona erdi (1792). Bu antlaşma ile Kırım'ın Rus hakimiyetine geçişi onaylanmış oldu. Buğ ve Dinyester ırmakları arasında kalan bölge ve Özi kalesi Rusya'ya bırakıldı. Dinyester ırmağı iki devlet arasında sınır kabul edildi. Karlofça Antlaşması'ndan sonra başlayan gerileme süreci, yerini dağılma ve parçalanma dönemine bıraktı

MONDROS ANTLAŞMASI 1918

MONDROS ANTLAŞMASI

Birinci Dünyâ harbinden sonra Osmanli Devleti'yle Itilâf devletleri arasinda 30 Ekim 1918' de Limni adasindaki Mondros limaninda demirli bulunan Agememnon ingiliz zirhlisinda imzalanan ateskes andlasmasi.
Sultan ikinci Abdülhamîd Han'in tahttan indirilmesinden sonra, ittihâd ve Terakki iktidara geldi. Ittihâd ve Terakki ileri gelenleri, maceraci isteklerini tatmin etmek ve Rusya, ingiltere ve Fransa'dan meydana gelen îtilâf devletleri karsisinda Almanya'nin yükünü hafifletmek için Osmanli Devleti'ni Birinci Dünyâ harbine soktular. Osmanli Devleti AImanya, Avusturya ve Macaristan üçlüsü ile ittifak kurmak suretiyle, itilâf devletlerinin karsisinda harbe girdi. Kafkasya, irak, Sûriye-Misir ile Çanakkale cephelerinde harbe giren Osmanli Devleti yüz binlerce müslüman-Türk evlâdini sehîd verdi. Rusya 1917'de Bolsevik ihtilâlinin zuhur etmesiyle savastan çekildi. Bu durum îtilâf devletlerinin aleyhine oldu. Bu dönemde bütün devletlerde bir yorgunluk ve bikkinlik basgösterdi. Rusya ile Brestlitovsk andlasmasini imzalayan Osmanli Devleti, dogudaki topraklarini istilâdan kurtardi. 1917 Hazîran'inda Yunanistan, îtilâf devletleri safinda savasa girdi. Ayrica 1918 yazi sonlarina dogru îtilâf devletleri bütün cephelerde umûmî bir taarruza geçtiler, ittifak devletleri yaninda savasa giren Bulgaristan, Fransiz taarruzlari karsisinda yenilince, mütâreke isteyerek savastan çekildi. Böylece Almanya'nin doguya açilan yolu kesildi, Istanbul ise, Trakya yönünden gelebilecek bir saldiriya açik duruma geldi. Sayisi dokuza çikan ve uzaklarda çarpisan Osmanli ordulari da cephane ve gida sikintisi yüzünden yorgun ve bitkin bir hâle geldi. Gerek bu durum. gerekse Suriye cephesindeki maglûbiyet, yillardir zafer vadiyle aldatilan millete ittihâd ve Terakkî siyâsetinin basarisizligini gösterdi. Savasa devam etmekte hiç bir fayda ycktu. Mart 1918'de sadrâzam olan ittihâd ve Terakkî'nin ileri gelenlerinden Talat Pasa, mütârekeyi imzalayacak bir hükümetin kurulmasina imkân vermek için, 7 Ekim 1918' de sadrazamliktan istifa etti. Sadrâzam olan Ahmed izzet Pasa, Bagdâd-Kerkük arasindaki Kütül-Amare'de Osmanlilarca esir alinan ve Büyükada'daki kampta bulundurulan ingiliz generali Tovvshend araciligiyla Londra'ya bas vurarak mütâreke istedi, Ingiltere mütâreke teklifini kabul etti. Bunun üzerine Limni adasinin Mondros limaninda demirli bulunan Agememnon ismindeki Ingiliz zirhlisinda mütâreke (ateskes) görüsmelerine baslandi. Görüsmelerde Ingiltere.' yi, Akdeniz donanmasi baskumandani visamiral Calthorpe, Osmanli Devleti'ni ise, bahriye nâziri Rauf Bey (Orbay), Hâriciye naziri müstesari Resat Hikmet Bey ile erkân-i harb kaymakami Sâdullah beyler temsil ettiler. Pâdisâh sultan altinci Mehmed Vahîdeddîn Han, Dâmâd Ferîd Pasa'yi bu hey'etin basinda göndermek istediyse de, sadrâzam ve vekillerin karsi çikmalari üzerine vazgeçti. Pâdisâh, gidecek murahhaslara (delegelere); "Hilâfet, saltanat ve hanedan hukukunun korunmasini, bâzi eyâletlere verilecek muhtariyetin sâdece idarî olup, siyâsî olmamasini; siyâsî muhtariyetin, âlem-i. islâm'a ihanet sayilacagini tenbîh ediniz" diye söylemesini sadrâzamdan istedi. Pâdisâh'in bu arzusu üzerine sadrâzam; "Biz simdi mütâreke akdediyoruz, muahede degil. Bunlari muahede müzâkerelerinde düsünürüz" diye cevap verdi.
24 Ekim 1918'de gece yarisindan sonra bir vapurla Mondros'a hareket eden hey'etin mütâreke görüsmeleri dört gün sürdü, imzalanan bu andlasmayla, dört seneden beri büyük bir mahrumiyetle devam eden ve milyonlarca müslüman-Türk evlâdinin sehîd olmasina sebeb olan harbe son verildi.

Ingiltere hükümeti, müttefiki Fransa'ya bile haber vermeden Akdeniz baskumandani visamiral Arthur Calthorpe (Kaltrop)'a Londra'dan telsizle bildirdigi yirmi bes maddelik Mondros mütârekesini Osmanli temsilcilerine dikte ettirerek hiç bir îtirâza yer vermiyecek sekilde imzalatti. Osmanli târihinde görülmemis bir esaret ve teslim olus vesikasi olan bu mütârekenin imzalanmasini tâkib eden günlerde keyfî idareleri, ikbâl ve makam hirslari sebebiyle, Osmanli Devleti'nin yikilmasina sebeb olan ittihâd ve Terakki'nin, üç pasasi Talât, Enver ve Cemâl pasalar ile diger ileri gelenleri yurt disina kaçtilar.
Sâdece Birinci Dünyâ harbine degil, batili devletlerin tabiriyle 618 senelik Büyük Türk Devleti' ne de son veren yirmi bes maddelik Mondros mütârekesinin maddeleri özetle sunlardir:

1- Karadeniz'e geçisi saglamak üzere bogazlar açilacak ve geçis güvenligi için Çanakkale ve istanbul bogazlarindaki istihkâmlar îtilâf devletleri tarafindan isgal edilecek.

2-3- Osmanli sularindaki bütün mayin tarlalari ve öteki engeller gösterilecek; bunlarin taranmasina ve kaldirilmasina yardim edilecek.

4- Itilâf devletleri tebeasindan olan esirlerle, Ermeni esirleri istanbul'da toplanacak ve kayitsiz sartsiz Itilâf devletlerine teslim edilecek.

5- Sinirlarin korunmasi ve iç güvenligin saglanmasi için taraflarca kararlastirilacak gerekli sayida askerî kuvvetten fazlasi hemen terhis olunacak ve bunlarin silâh, cephane ve teçhizati îtilâf kuvvetlerine teslim edilecek.

6- Emniyeti saglamakla vazifeli tekneler disindaki bütün Osmanli savas gemileri belirlenerek îtilâf kuvvetlerine teslim edilecek ve Osmanli limanlarindan disari çikmayacak.
7- Itilâf devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir stratejik bölgeyi asker çikarmak suretiyle isgal edebilecek.

8-9- Osmanli Devleti' nin bütün liman ve tersaneleri îtilâf devletleri gemilerinin faydalanmasina açik bulundurulacak.

10- Toros tünelleri îtilâf devletlerince isgal edilecek; (böylece güneydeki Türk kuvvetlerinin geri çekilmesini önlemek ve Güney Anadolu'yu isgal öngörülüyordu).

11- Kafkasya ve Iran'in kuzey-batisinda Türk kuvvetleri savastan önceki yerlerine çekilecek, (Bu bölgede bir Ermenistan devleti kurulmasini öngören madde).

12- Hükümet haberlesmeleri disindaki her türlü haberlesme, îtilâf devletlerince denetlenecek.

13- Askerî ve ticarî kara ve deniz vâsitalari ve malzemesi tahrip edilmeyecek.

14-Ülkenin ihtiyâcindan fazla olan kömür, akaryakit ve deniz levâzimâti, îtilâf devletleri tarafindan satin alinacak.

15- Bütün demiryollari îtilâf devletleri me' murlarinca denetlenecek; Kafkas demiryollarini ise, dogrudan dogruya îtilâf devletlerinin me'murlari idare edecek ve Batum'un isgaline karsi durulmayacak.
16-Sûriye, Irak, Hicaz, Yemen, Trablus ve Bingâzi'deki Türk kuvvetleri en yakin îtilâf kumandanina teslim olacak.

17-Trablus'da ve Bingâzi'de bulunan Osmanli zabitleri en yakin italyan muhafaza kit'asina teslim olacak. Osmanli hükümeti teslim emrine itaat etmedikleri takdirde muhâberât ve yardimlasma kesilecek.

18- Misir da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingâzi'de isgal edilmis bütün limanlar, Itilâf kuvvetlerine teslim edilecek.

19-Almanya ve Avusturya uyruklu sivil ve asker bütün vazifeliler bir ay içinde Osmanli ülkesinden ayrilacak.

20- Ordunun terhis edilmesi üzerine elde kalacak silâh ve cephane, îtilâf devletlerinin talimatina göre muhafaza edilecek.

21- îtilâf devletleri vazifelilerin çikarlarini kollamak üzere, iase nezâretinde kontrol memurlari bulunacak.

22- Itilâf devletlerince esir alinmis Türkler hemen iade edilmeyerek simdilik bulunduklari yerlerde muhafaza edilecek.
23- Osmanli Devleti merkezî hükümetlerle bütün münâsebetlerini kesecek.

24-Vilâyât-i Sitte'de (Erzurum, Sivas, Diyarbakir, Elazig, Van, Bitlis) herhangi bir karisiklik çikacak olursa, Itilâf devletleri bu bölgede önemli gördükleri yerleri isgal edebilecek.

25- Taraflar arasinda ateskes durumu 31 Ekim 1918 günü ögle vakti baslayacaktir.

Mütâreke (ateskes andlasmasi) olmaktan ziyâde muahede (baris andlasmasi) hüviyetinde olan ve Osmanli Devleti'ni îdâm sehpâsina çikaran Mondros mütârekesinden sonra, kendi menfaatlerini düsünen, harbin sonunda aslan payini ele geçirerek dünyâ siyâsetinde ön plânda rol oynamak isteyen ingiltere'nin tâkib ettigi siyâset, diger îtilâf devletleri tarafindan hos karsilanmadi. Osmanli Devleti'ni paylasmak hususunda çikar çatismasina düsen müttefik devletlerin arasi açildi. Fransa, Almanya'nin parçalanmasini ve Alsas Loren'in kendisine verilmesini istedi, Ingiltere ise, harb gücü ve donanmasini kaybeden Almanya'nin parçalanmasini istemiyordu. Çünkü, Avrupa'nin dengesi Fransa lehine bozulmus olacakti. Böylece ingiltere'ye Avrupa'dan gelebilecek en büyük tehlike Fransa'dan gelebilirdi. Bu sebeble ingiltere, parçalanmis bir Almanya degil, birlesik bir Almanya olmasini müdâfaa etmeye basladi. Almanya'nin parçalanmasini istemeyen Amerika ile de karsilasan Fransa, Ingiltere' ye karsi çikmaya basladi. Ingiltere'nin yakin sarkta tâkib ettigi islâm âlemini parçalayarak himayesine almak istegini de kendi menfaati açisindan hos görmeyen Fransa, kendi hissesine Suriye ve Kilikya'nin ayrilmasina rizâ göstermedi. Aynca Osmanli Devleti'nin parçalanmasi veya yikilmasi durumunda, kapitülasyonlar sebebiyle en çok zarar görecek olan Fransa, ingiltere'nin Osmanli Devleti'ni yikma siyâsetine de karsi çikti, Italya'nin ise, gerek sömürgeler gerekse yakin sarkin taksimi hususunda Ingiltere'yle arasi açildi.
Harbden sonra Ingiltere'de iktisadî bir buhran ve issizlik bas gösterdi. Gizli emellerine Yunanistan'i âlet etmek isteyen ingiltere, Yunan gelismesini te' min ederek menfaat mikdârini arttirmak ve kendi menfaatlerini tehlikeye sokan belki de mâni olacak olan Türk mukavemetini kirmak, Türkleri de istegine boyun egdirmek için, izmir'i Yunanistan'a birakarak onu Anadolu'ya saldirtmak istedi.

Harbden çekilmis olan Rusya' nin, Dogu Anadolu'da terk ettigi arazî hususunda da görüs ayriliklari ortaya çikti, Ingiltere burada bir Ermenistan ve Kürdistan devletinin kurulmasini menfaatlerine uygun buluyordu. Fransa ve italya ise, ayni düsüncede degillerdi. Fransa kendisine mâl ettigi Kilikya'yi ermenilere terketmek Istemedigi gibi, ermeniler de Ingiltere'nin kendilerine bahsetmek istedigi yerleri kâfi görmüyorlardi.

Menfaat için çarpisan, harbi kazandiktan sonra en büyük menfaatleri ele geçirmek isteyen emperyalist îtilâf devletlerinin vaktiyle kendilerinden istifâde etmek için istiklâl ve hürriyet vâd ettikleri milletler de haklarini istediler.
Mondros mütârekesinin imzalanmasindan sonra 8 Kasim 1918 günü Ahmed Izzet Pasa sadrazamliktan istifa etti. Yerine Tevfik Pasa sadrâzam tayin edildi. Hiç bir sebeb yok iken mütârekenin yedinci maddesini tatbike koyup 13 Kasim 1918'de Ingiliz, Fransiz, Italyan ve Yunan gemilerinden meydana gelen itilâf donanmasi karaya asker çikararak Istanbul' un muhtelif yerlerini isgal ettiler. Sehirdeki rumlarin çilgin gösterileri ve Yunan bayraklari arasinda "Zito=Yasa" sesleriyle Itilâf askerleri sehre girip yerlestiler, Itilâf kuvvetleri Istanbul'a girdikten sonra mütâreke muahedesi artik bir hiç oldu. Haydarpasa'dan Ankara'ya kadar olan tren yolu güzergâhindaki istasyonlar; Karadeniz bogazindan Batum'a kadar olan limanlarimiz Itilâf devletleri tarafindan isgal edildi. Zonguldak ve Eregli' yi Fransizlar; Samsun, Merzifon, Batum ve Baku'yu Ingilizler isgal ettiler.

Ingilizler 19 Nisan 1919'da Kars'i isgal ederek ermenilere verdiler. 20 Nisan'da Gürcüler Ardahan'i, 29 Nisan'da Italyanlar Antalya'yi, Yunanlilar 11 Mayis'da Fethiye'yi, 15 Mayis'da da Izmir'i isgal ettiler. Yunan barbarlari karaya çikarçikmaz fes giyen yahut "Zito Venizelos" demiyen masum ve silâhsiz insanlarin hepsini hunharca katletmeye basladilar. O sirada otuz Türk zabiti sehîd edildikten sonra halktan bâzi kimseler denize atildi ve dükkanlar yagma edildi. Bütün gün katliâm ve yagma ile geçti. Irzlara tecâvüz edildi. Kendilerini medenî sayan Avrupa ve Amerika ise, bu müdhis sahneyi zevkle seyrettiler, Izmir'i isgal etmekle iktifa etmeyen Yunanlilar; Manisa, Salihli, Denizli ve çevresini de isgâl ettiler, italyanlar ise, Kusadasi'ndan baslayarak Mugla, Antalya ve Konya civarini isgale basladilar, ingiltere ve Fransa da taksim sonunda kendi hisselerine düsen yerleri isgal ettiler. Bu isgallerle beraber Millî Kurtulus hareketi basladi.

KASR-I ŞİRİN ANTLAŞMASI

KASR-I ŞİRİN ANTLAŞMASI

Bugünkü İran sınırımızın çizildiği, Osmanlı Devleti ile İran arasında imzalanan antlaşmadır.

Osmanlı-İran Savaşları, İran Şahı I. Abbas'ın ölmesi ve IV. Murad'ın tahta çıkarak yönetimi ele almasıyla Osmanlı Devleti'nin lehine gelişmiştir. Sultan IV. Murad 1635'de Revan (Erivan) ve Bağdat'ı geri aldı. İran'ın barış istemesi üzerine Hulvanrud Irmağı'nın kıyısında bulunan Kasr-ı Şirin'de bir antlaşma imzalandı.

Antlaşma gereğince;

- Bağdat, Bedre, Hassan, Hanıkin, Mendeli, Derne, Dertenk ile Sermenel'e kadar olan alanlar Osmanlılara'a bırakılacaktı.

- Derbe, Azerbaycan ve Revan İran sınırları içinde kaldı.

İran'ın kuzey sınırı, Kars, Ahıska ve Van Osmanlı topraklarında kalacak biçimde belirlendi. Sınırın her iki taafında kalan kalelerin ve istihkamların yıkılması öngörüldü. Antlaşmanın sonuna eklenen bir madde ile İran'da, ilk üç halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman) ile Hz. Muhammed'in eşi Hz. Ayşe'ye hutbelerde "seb ve lanet" edilmemesi koşulu kondu. Bu antlaşma 1722 yılına kadar yürülükte kaldı ve 1723'te başlayan savaş sonrasında 1747'de yeniden yürülüğe konuldu.

HÜNKAR İSKELESİ ANTLAŞMASI 1833

HÜNKAR İSKELESİ ANTLAŞMASI

8 Temmuz 1833'de Rusya ile Osmanli Devleti arasinda imzalanan andlasma.

Gerek Yunanistan, gerekse Arabistan yarimadasinda Osmanli Devletine büyük hizmetler yapmis olan Misir Valisi Mehmed Ali Pasa, kendisine verilen yanlis bir haber üzerine Osmanlilara karsi oglu Ibrahim Pasa' nin kumandasinda Suriye tarafina asker sevk etmisti. Üç gün süreyle yapilan muharebede Misir askeri çoklugu ve intizamli olmasi sebebi ile galip gelmis, hattâ Kütahya'ya kadar dayanmislardi. 14 Mayis 1833 de Osmanlilar ile Ibrahim Pasa arasinda Kütahya andlasmasi imzalandi. Fransizlar ve Ingilizler Müslümanlari birbirine düsürmek için Mehmed Ali Pasa'yi, Osmanlilar'a karsi kiskirtiyorlardi. Bu sebepten Sultan Ikinci Mahmud Han, Rusya ile Hünkar Iskelesi Andlasmasiyle ittifak akdine mecbur kaldi. Sultan Ikinci Mahmud Han'in mecburiyet sebebiyle yaptigi bu andlasmadan maksadi iyice bozulmus dejenere olmus olan Yeniçerileri intizamli hale getirmek ve kardes kani dökülmesine mani olmakti.

8 Temmuz 1833 de imzalanan andlasma 6 açik ve biri gizli 7 maddeden mütesekkil olup 8 sene için geçerli idi. Andlasmanin açik maddelerinde; iki devletin sadece savunma maksadiyla bu andlasmayi imzaladigi, herhangi bir savas vukuunda birbirlerine yardim edecekleri, yardimi istiyenin digerinin masraflarini karsilayacagi, sürenin 8 yili asmayacagi ve iki ay içinde onaylanmasi gibi hususlar bulunuyordu. Gizli maddede ise; Rusya bati ile savasa girdigi anda, Osmanlilarin bogazlari batililara kapatacagi hususu vardi. Avrupa devletleri andlasmaya büyük tepki gösterdiler. Zaten mecburiyetlerden dogan andlasma tatbik edilmedi.

EDİRNE ANTLAŞMASI

EDİRNE ANTLAŞMASI

Rusya, Sultan İkinci Mahmud'un Navarin'de Osmanlı donanmasının yakılması ile sonuçlanan olaylardan dolayı savaş tazminatı istemesi üzerine, Osmanlı Devleti'ne karşı savaş açtı.

Sultan İkinci Mahmud bu arada Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye isimli yeni bir askeri teşkilat kurmuştu. Teşkilatlanmasını henüz tamamlayamamış olan bu ordu Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi. Eflak ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar, Tuna'ya kadar indiler. Balkanları aşan Rusya, batıda Edirne, doğuda ise Erzurum'a kadar ilerledi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti barış istedi. Ruslarla yapılan Edirne Antlaşması sonunda, Yunanistan'a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan'a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

BÜKREŞ ANTLAŞMASI 1829

BÜKREŞ ANTLAŞMASI

Osmanli Devleti ile Rus Çarligi arasinda yapilan bir andlasma. 28Mayis 1812 senesinde Bükres'te imzalandi. On sekizinci asrin sonlarinda Fransa krali Napolyon Ponapart Misir'i isgal etmisti. Rusya, Fransizlari Mora'nin batisindaki adalardan; ingiltere de Misir'dan çikarmak için Osmanli Devleti ile anlastilar. Bundan sonra Osmanli ve ingiliz donanmalari Misir kiyilarini kusatti. Osmanli-Rus kuvvetleri de Mora' nin batisindaki adalarda Fransizlara karsi çarpisti. Neticede bu bölgede Rusya'nin nezâreti altinda Osmanli Devleti'ne bagli yedi Ada Cumhuriyeti kuruldu Fransizlar, Osmanli-Rus-lngiliz ittifaki karsisinda Misir'dan çekildi. 1802'de Osmanli-Fransiz sulhu gerçeklesti. Osmanli-Rus-ingiliz ittifaki, Fransizlarin Misir' dan çekilmesinden sonra da devam etti. Ancak Rusya bastan beri devam ettigi üzere Osmanli Devleti aleyhindeki düsmanca siyasetini degistirmedi. Bu sirada Osmanli Devleti 1804'de ortaya çikan Sirp isyanini bastirmakla mesgul idi. Rusya ise Sirbistan'in Eflak-Bogdan gibi imtiyazli bir beylik haline gelmesini istiyordu.
Eflak ve Bogdan beyleri de Rusya ile isbirligi yapmislardi. Bu hareketleri üzerine Osmanli Devleti Eflak ve Bogdan beylerini azledip vazifeden uzaklastirdi. Yerlerine baska beyler tâyin edildi. Bogazlari da Rus donanmasina kapatti. Bu hâdiseler üzerine Rusya, Osmanli Devleti'ne karsi 1806 senesinde savas açti. Osmanlilarin Rusya ile savasa girmesini istemeyen ingiltere, azledilen Eflak-Bogdan beylerinin yerlerine iadesini ve bogazlarin Rus donanmasina açilmasini istedi. Bu teklif kabul edilmezse, ingiliz donanmasinin Çanakkale'ye gönderilecegi tehdidinde bulundu. Osmanli Devleti, Rus ve ingiliz tehdîdlerine aldirmadi. Rusya'ya karsi savas îlân etti ve Tuna boylarina ordu gönderdi. Neticede Ruslarla yapilan savasta, Ruslar; Hotin, Bender, Kili ve Akkerman kalelerini aldilar, fakat Bükres civarinda Osmanli kuvvetlerine yenildiler, ismail kalesi önünde de bozguna ugradilar. Fakat bu sirada ingiliz donanmasi Çanakkale bogazini geçerek istanbul önlerine geldi, ingilizler bir elçi ile tekliflerinin kabul edilmesini istediler, ingilizlerin bu isteklerine red cevâbi verilip, hemen savunma hazirliklarina baslandi, istanbul sahillerine binden fazla top yerlestirildi. Diger taraftan da, Çanakkale bogazinin tahkimatina baslandi, ingiliz donanmasi kumandani hiç bir sey yapamayacagini anlayinca, önce adalara çekildi sonra da büyük sikintilarla 1807'de Çanakkale bogazindan çikip gitti, ingilizler bu basarisizligin acisini Misir'dan çikarmak istediler, iskenderiye ve Rosetta'yi isgal ettiler. Ancak Kavalali Mehmed Ali Pasa'nin sert taarruzlari karsisinda tutunamayip Misir'i terketmek zorunda kaldilar. Bu hâdise üzerine Osmanli Devleti, ingiltere' ye savas ilân etti. Diger taraftan Osmanli Devleti ile Rusya arasinda Tuna boylarinda siddetli bir savas sürüyordu.

Sadrâzam Aga ibrahim Pasa kumandasindaki Osmanli ordusu Silistre'de, Rusçuk ayani Alemdar Mustafa Pasa da Rusçuk cephesinde savasiyordu. Bu sirada istanbul'da Kabakçi Mustafa isyani çikti. Sultan üçüncü Selîm Han tahttan indirilerek 1807'de dördüncü Mustafa Han pâdisâh îlân edildi. Hâdise Tuna boylarinda Ruslara karsi savasan yeniçeri askerleri tarafindan duyulunca orduda isyan basladi. Sadrâzam Aga ibrahim Pasa'yi da ordudan uzaklastirdilar. Neticede Osmanli ordusu dagildi. Rusya için istanbul yolu açilmis, önünde bir engel kalmamisti. Bu sirada Napolyon, 1806'da Yena'da Prusya'yi yendikten sonra Rusya tarafina girmis, Eylau ve Friedland savaslarinda bu devleti yendikten sonra çar birinci Aleksandr ile Tilsit'te bir andlasma imzalamisti. Bu andlasmanin maddelerinden biri de Osmanli-Rus savasina derhâl son verilmesi ve mütâreke yapilmasi idi. Bu sebeble ateskes îlân edildi. Tilsit andlasmasi hükümlerine uyan Rusya, yedi adadan askerlerini çekti ve Fransizlar bu adalari isgal etti. isgalden sonra da adalarin Fransa'ya, Ragusa'nin da italya' ya baglandigi ilân edildi.. Bu hâdise, Tilsit andlasmasinda gizli maddelerin bulundugu ve Fransa' nin dostça davranmadigini ortaya çikariyordu. Rusya da, mütâreke sartlarina uymadi. Eflak ve Bogdan'dan askerlerini çekmedigi gibi yeni kuvvetler de gönderdi. Paris'teki Osmanli elçisi baris için Napolyon'a gönderildi ise de iyi netîce alinamadi. Fransa' nin Osmanli Devleti aleyhindeki emelleri, Osmanli Devleti'nin ingiltere ile ittifak yapmasina sebeb oldu. Rusya ise Eflak-Bogdan'i israrla istiyordu. Bu. sebeble Osmanli-Rus savasi yeniden basladi. Yapilan Silistre savasinda Ruslar yenildi ve Tuna' nin karsi kiyisina çekildiler. Ertesi sene tekrar kanli savaslar basladi. Bu durum karsisinda Ruslar, Fransizlarla aralarinin açik olmasi ve Napolyon'dan çekindikleri için, bu savastan acele bir netîce almak veya Osmanli Devleti ile baris yapmak istiyorlardi. Çünkü Ruslarin Fransizlarla savasa girmesi kaçinilmaz bir hâl almisti. Bunun farkina varan Rus çari birinci Aleksandr, Osmanliya önceden teklif etmis oldugu andlasmanin maddelerini hafifleterek andlasma istedi. Bu sirada Ruslara karsi savasan Osmanli sadrâzami, ordusunun daha fazla dayanamayacagini görerek baris teklifini kabul etti. Neticede 28 Mayis 1812'de Bükres'te andlasma imzalandi. Andlasma, Osmanli Devleti adina sadâret kethüdasi Seyyîd Mehmed Sa'îd Gâlib Efendi, Ibrahim Selîm Efendi, yeniçeri kâtibi Abdülhamîd Efendi ve Rusya adina da Andrey Italinsky, Ivan Sabaniyev ve Osip Fanton imzaladilar.
Bükres andlasmasinin maddeleri sunlardir:

1-Prut irmagi ve Tuna'nin sol sahili, Osmanli-Rus siniri olacaktir.

2-Tuna sularinda iki devletin ticâret gemileri dolasabilecek, Rus savas gemileri Kili bogazindan Prut irmaginin Tuna ile birlestigi yere kadar gidebilecektir.

3-Rusya; Eflak, Bogdan ve Tuna adalarini Osmanli Devleti' ne birakacaktir.

4-Osmanli Devleti iki sene müddetle Eflak-Bogdan halkindan vergi almayacaktir.

5-Rusya'ya birakilan topraklarin müslüman halki, isterlerse Osmanli topraklarina göç edebileceklerdir. Ayni hak. Osmanli topraklarinda kalan hiristiyanlar için de kabul edilmistir.

6-Sirbistan'daki kaleler ve mühimmat Osmanli Devleti'nin elinde bulunacak; Sirplar içislerini ve vergilerini kendileri düzenleyeceklerdir.

7-Anadolu tarafindaki sinirlar eskisi gibi kalacak ve Rusya isgal ettigi yerleri bosaltip Osmanli Devleti'ne geri verecektir.
Bükres andlasmasi neticesinde 1806'dan beri devam eden Osmanli-Rus savasi sona erdi. Rusya'nin Fransa tehlikesine karsi tedbir almak durumunda olmasi, Osmanli Devleti'nin daha fazla toprak kaybini önledi. Tuna'dan geçis hakki ve Baserabya'yi vermekle kurtulmus oldu. Rusya'nin Rumeli'deki Osmanli topraklari üzerinde nüfuzu artti. Sirplara içislerinde muhtariyet verilmesi, Balkanlarda kavmiyetçilik akimlarinin baslama sebeblerinden biri oldu. Osmanlinin dis siyâsetinde Avrupa devletlerinin te'sirleri daha çok görülmeye baslandi.

BUCAŞ ANTLAŞMASI

BUCAŞ ANTLAŞMASI

Hotin antlaşmasından sonra, Lehistan ve Osmanlı Devleti arasında elli yıl süren bir barış süreci yaşanmıştı. Osmanlı himayesindeki Ukrayna Kazaklarına saldıran Lehliler, barışı bozdular. Sultan Dördüncü Mehmed ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Ukrayna kazaklarının yardım istemesi üzerine, Lehistan seferine çıktılar. Osmanlı ordusunun ard arda kazandığı başarılardan sonra, Lehistan barış istedi. İmzalanan Bucaş antlaşmasıyla (18 Ekim 1672), Podolya Osmanlılara geçti. Lehistan Kırım Hanına vergi ödemeye devam edecekti. Ayrıca Lehistan her yıl Osmanlı Devleti'ne 22.000 altın ödemeyi kabul ediyordu.

Lehistan meclisinin, bu antlaşmadaki para maddesini kabul etmemesi üzerine, 4 yıl süren İkinci Lehistan seferine çıkıldı. Bazı kalelerin fethedilmesi üzerine, Lehistan elçisi, Podolya ve Ukrayna'nın iadesi şartıyla antlaşma istediyse de bu kabul edilmedi. Bu arada Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın hastalanması üzerine, 1675 yılında Lehistan serdarlığına İbrahim Paşa tayin edildi. Sultan Dördüncü Mehmed, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ile birlikte Edirne'ye döndü.

İbrahim Paşa, kısa sürede 48 kale ve palangayı fethedince, Lehistan tekrar antlaşma istedi. 27 Ekim 1676'da Zarawno'da imzalanan antlaşma ile 22.000 altından vazgeçilmek şartıyla, daha önce Köprülü Fazıl Ahmed Paşa tarafından imzalan Buçaş antlaşmasının maddeleri aynen kabul edildi. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa antlaşmanın imzalandığı haberini aldıktan bir süre sonra 3 Kasım 1676 tarihinde vefat etti.

BERLİN ANTLAŞMASI 1878

BERLİN ANTLAŞMASI

Osmanli târihinde Doksanüç harbi diye bilinen Osmanli-Rus harbinden sonra, 13Temmuz 1878'de, Osmanli Devleti'yle; Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan, ingiltere ve Fransa arasinda Berlin'de imzalanan andlasma.

Sultan ikinci Abdülhamîd Han'in pâdisâh olmasindan sonra kabul edilen Kânûn-i esâsi'ye göre kurulan Meclis-i meb'ûsân; Rusya'nin 24 Nisan 1877'de Osmanli Devletl'ne karsi harb îlâniyla ilgili notasina, Abdülhamîd Han'in karsi çikma gayretlerine bakmayarak harb ilaniyla karsilik verdi. Osmanli ordusunun çesitli cephelerde kahramanca çarpismasina ragmen, harb maglûbiyetle bitti. Rus kuvvetleri Dogu Anadolu'da Erzurum; Rumeli'de ise Edirne'ye kadar ilerlediler. Edirne'nin teslimi ile istanbul yolu Ruslara tamamen açilmis olacakti. Bundan sonraki Rus ilerleyisi karsisinda istanbul'un bile tehlikeye düsecegini gören sultan ikinci Abdülhamîd Han, 9 Ocak 1878'de mütâreke (ateskes) yapilmasi için Rus ordulari baskumandani Grandük Nikola'ya müracaat etti. Mütâreke istegini telgrafla bildirdikten sonra, onunla bu hususda temaslarda bulunmak üzere murahhas olarak hariciye naziri Server Pasa'yi ve hazîne-i nassa nâziri müsir Nâmik Pasa'yi. yanlarinda da askeri müsavir olarak ferik Necib, mîrliva Osman Pasa ve kaymakam Agâh Bey'i gönderdi. 19 Ocak 1878'de bu hey'et Kizanlik'a ulastigi hâlde, Grandük Nlkola, Edirne'nin tesliminden evvel görüsmeye yanasmadi. Bu müddet zarfinda sultan Abdülhamîd Han, Rus carina ve arabuluculuk yapmasi için ingiltere kraliçesi Victoria'ya (Viktorya'ya) müracaat etti. Ruslarin bogazlara hâkim olmasini ingiltere'nin Akdeniz'deki nüfuzu için tehlikeli gören kraliçe Victoria, sulh için arabuluculugu kabul ederek çara müracaat etti. Bunun üzerine Grandük Nikola sulh esaslarinin da imza edilmesi sartiyla mütârekeyi kabul etti.
Rusya'nin, Osmanli Devleti üzerinde hâkim bir duruma gelmesi, Avrupa devletlerini, bilhassa ingiltere'yi harekete geçirdi. Ruslarin istanbul'u isgal etmek kararinda olduklari söylentisi yayildi. Evvelâ, Avusturya harekete geçerek, iki devlet arasinda yapilacak baris andlasmasinin, yürürlükteki andlasmalara uygun olmasini saglamak için Viyana'da bir meclisin toplanmasini istedi, ingiltere ise, bogaz disinda durmakta olan donanmasini Çanakkale bogazindan geçirerek Marmara denizine girdi.

Bu sirada Rus ordulari baskumandani Grandük Nikola, mütâreke için su agir sartlari ileri sürdü:

1-Bulgaristan'a muhtariyet verilecek.

2-Karadag'in istiklâli kabul edilecek ve son harplerde elde ettigi topraklar kendisine verilmek suretiyle hudut tesbit edilecek.

3-Romanya ve Sirbistan'in istiklâlleri tasdîk olunacak ve her iki devlete arazi verilip hudutlari tesbit edilecek.

4-Bosna-Hersek'e muhtariyet verilecek.

5-Rusya' ya, nakit veya arazi terki suretiyle harb tazminati verilecek.

6-Bogazlarda Rus haklarinin korunmasi, Pâdisâh ile Çar arasinda yapilacak müzâkere ile kararlastirilacakti.
Bu esaslarin kabulünden baska, baris esaslarinin vasitasiz olarak Ruslarla müzâkere edilmesi için bir Osmanli murahhas hey'eti Odesa'ya veya Sivastopol'e gidecekti.

Mütâreke sartlari kabul edilince harb harekâti durdurulacak, te'minât olarak; Vidin, Rusçuk, Silistre ve Erzurum kaleleri Türkler tarafindan bosaltilacak, müzâkereler devam ettigi müddetçe bu kalelere Rus askerleri yerlestirilecekti.

Türk murahhas hey'eti, bu agir sartlari ilk önce kabul etmeyerek, hafifletmek ve degistirmek için çok ugrasti. Fakat Ruslar, sarttan kabul edilmedigi takdirde, istanbul üzerine yürüyeceklerini kesin bir dille bildirince, 31 Ocak 1878'de mütâreke ve baris esaslari andlasmasi Edirne'de imzalandi.

BALTA LİMANI ANTLAŞMASI 1839

BALTA LİMANI ANTLAŞMASI

1838'de İngiltere, daha sonra diğer Avrupa devletleri ile Balta limanında yapılan ticâret andlaşmaları.

Osmanlı Devletinde ekonomik faaliyet geniş ölçüde devletin kontrolü altında cereyan etmekteydi. Yaygın bir iktisadî faaliyet olan tarım, devlete ait toprakların işletilmesi esâsına dayanıyordu. Buna bağlı olarak kurulan tımar sistemi, Osmanlı zirâat ekonomisinin temelini teşkil etmekteydi. Sanayi üretimi ise devlet kontrolündeki ahilik müessesesi içinde yürütülüyordu. Kapalı bir iktisat sistemi olan ahîlik, üyelerine çalışma zevki, meslek disiplini, dürüstlük, kanaatkârlik gibi sağlam ahlâk kurallarını aşılıyor, meslek itibârını koruduğu gibi, standartları ayakta tutarak, haksız rekabetleri önlüyordu. Hükümetin müdâhalesi ahiliğin iç işlerine kadar gitmez, yalnızca ahiliğe baglı şubelerin îmâl ettikleri malların kalite, miktar ve fiyatlarında olurdu. Böylece ahîlik sistemi, ham maddelerin arz ve talebini tanzim eden bir mekanizma olarak işlerdi. 17. ve 18. yüzyıllarda pamuk, ipek, kereste ve demir gibi maddeler ulaşım güçlükleri ve üretimdeki yetersizlikler dolayısıyla piyasaya her zaman yeterli miktarda yani bütün talebi karşılayacak ölçüde sevk edilemezdi. Bu bakimdan ham maddelerin, ahilige mensûb ustalarin eline normal fiyatlar üzerinden ve onlardan hiç birini işsiz bırakmıyacak şekilde dağıtılması büyük bir ehemmiyet arz ederdi. Bazı maddelere sık sık konan ihraç yasakları veya bu maddelerin stokçular tarafından satın alınmasını önleyen tedbirler bu cümledendi.
Bu arada 1820'lerin başında İngiltere, sanayi inkilâbını tamamlamış ve Napolyon savaşları sonunda da Fransa'yı yenerek rakipsiz duruma gelmişti. Dünya pazarlarında İngiltere sanayii ile rekabet edebilecek bir ülke yoktu. Sanayi inkilâbını henüz tamamlamamış olan diğer Avrupa ülkeleri korumacı tedbirlerle İngiltere'nin kendi pazarlarına girmelerini önlüyorlardı. Bu durumda İngiltere ticaret ve sanayi sermâyesi için yapılacak tek şey kalıyordu. O da, Avrupa dışındakı ülkelerin pazarlarını ve ham maddelerini ticârete açmak. Nitekim onlar bu gaye ile 1820' lerden 1840'lara kadar Latin Amerika'dan Çin'e kadar pek çok bölgede, ya anlaşmak suretiyle veyahut silâh zoruyla, pek çok ticâret andlaşması imzaladılar.

Avrupa'da sanayi inkilâbının neticesi olarak daha fazla hammaddeye ihtiyâç duyulmaya başlanması üzerine, Osmanlı hükümeti de 1826'dan itibaren, ham maddesini dışarıya çıkararak esnafın işsiz kalmasını önlemek maksâdıyle bir nevi himaye sistemi olan yed-i vâhid (tekel) usûlünü uygulamaya koydu. Sistemin ayrıca yeni kurulmuş olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsûlünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vâhid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim İngiliz sefiri Ponsenby, yed-i vâhid usûlü ile ticâret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; "Türkiye'de mahsûl yetiştirenler, bunların fiyatlarını tespit etmekte yegâne hâkim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça, Türk sanayinin geriliğe mahkûm kalacağını iddia etmekte idi. Kısaca yed-i vâhid usûlü, İngiltere'nin Osmanlı Devletini gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
Bu sebeple İngilizler, Osmanlı ticâretinde kendilerine ters düşen hükümlerin kaldırılması için 1833' den itibaren ünlü hariciye nazırları Polmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar. 1836'daki muzakerelerde Osmanlı heyetine başkanlık eden gümrük emini Tâhir Efendi, eski düzenden mümkün olduğunca az tâviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasısı Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat iki yönlü olarak İngilizlerin karşısına çıktı. 1837'de Londra büyük elçiliğinden hariciye nazirlığına getirilen Mustafa Reşîd Paşa, İngilizlere yakın bir müzakereci idi. Londra büyükelçiliğinde iken mason locasına kayıtlı olan Reşîd Paşa, Osmanlı Devletini iktisadı bakımdan çökertecek bir andlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Paşa Mısır'da Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Reşîd Paşa, Mısır mes'elesinde İngilizlerin yardımlarını temin bahanesiyle Balta limanındaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838'de Osmanlı-İngiliz ticâret andlaşmasını imzaladılar. Andlaşma, 8 Ekim 1838'de kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmûd tarafından tasdîk olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kısım hâlinde tanzim edilen andlaşmanın birinci kısmı (esas) iç ticârete ait maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kısım ise İngiltere'den ithâl edilecek mallarla, transit eşyaların gümrüklendirilme şekillerini ihtiva ediyordu.

Andlaşmanın zeyl kısmının ikinci maddesine göre zirâi mahsûller ile sâir eşya üzerine konan yed-i vâhid yâni tekel usûlü tamamen kaldırılıyordu. Bu madde ile emperyalizmin önündeki engeller kaldırılarak iktisadî sistemimiz felce uğramış oluyordu. Ayrıca iç ticâretin Osmanlı vatandaşlarına münhasır kalması da kaldırılıp, istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu.
Andlaşmanın diğer önemli hükümlerine gelince; dördüncü madde ile, Britanya tebeası, Osmanlı memleketleri mahsûlü olan bütün maddeleri, istisnasız olarak ihraç etme müsâadesine sâhib olacaklardı. Altıncı madde ile transit resmi kaldırılmaktaydı. Yedinci madde ile, İngiliz gemileriyle gelen İngiliz emtiası için bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalâtçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Andlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazînesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı, önceden yabancı bir emtia bir eyâletten diğer bir eyâlete geçerken ilâve gümrük ödemek zorunda bulunduğundan, fiyatı artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Şimdi ise Osmanlı tüccarı bir yerden bir yere bir malı götürüp, satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları ortakları ve adamları yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu. Bilahare transitresminin devam etmesine karar verilmiş ise de buna karşılık ithalât resimlerine yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.

Bu arada andlaşma hükümlerinin Mısır, Afrika eyâletleri dâhil bütün Osmanlı ülkelerinde ve her sınıf halk tarafından tatbik ve riâyet olunacağına dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlerede istisnasız olarak andlaşmanın temsil edileceği taahhüd olunuyordu. Nitekim 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı dış ticâretinde birinci sırayı alan Fransa menfâatlerine halel geleceğini bilerek bu andlaşma hükümlerine şiddetle karşı çıktığı hâlde, çok geçmeden 25 Kasım 1838'de yukarıdaki maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir andlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa'nın diğer devletleri takip etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840'da İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840'da İspanya, 14 Mart 1840'da Hollanda. 30 Nisan 1840'da Belçika, 1 Mayıs 1841'de Danimarka ve 20 Mart 1843'de Portekiz ile andlaşmalar imzalandı.
Mustafa Reşid Paşa'nın faaliyetleri sonucu 1838'de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticarî andlaşmalar esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir ise yaramamıştır. Nitekim andlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; "İşte Osmanlı şimdi bitti" derken, Osmanlı'ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858'de andlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edvvard Michelson ise; "Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin bir çok kolları şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başda gelir ki, bunlar tamâmiyle İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam'ın çelik bıçakları; Kıbrıs'ın şekeri, İznik'in çini, Teselya'nın iplik boya sanayii hep yok olmuştur. Bütün bu sanayii kollarının bugün Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır" derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticâret andlaşmaları, devlet hazînesini önemli masrafları karşılayamaz hâle getirdi ve Avrupa'dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu.

Gerçekten de sultan Abdülazîz 1861'de tahta çıkarken, 1838 ticarî andlaşmalarının bir neticesi olarak, dış ticâretin yanında iç ticâret de yabancıların eline geçmiş, büyük çapta mâlî ve iktisadî çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmış idi.

AYASTEFANOS ANTLAŞMASI

- Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya'ya verilecek

- Teselya Yunanistan'a bırakılacak

- Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak

- Osmanlı Devleti Rusya'ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

Rusya'nın Osmanlı Devleti'ni Ayastefanos Antlaşmasıyla istediği gibi parçalamasını istemeyen Avrupalı Devletler bu antlaşmaya itiraz ettiler. Berlin'de toplanan konferanstan sonra yeni bir antlaşma imzalandı. Berlin Antlaşması ile:

- Ayastefanos Antlaşmasıyla kurulan Bulgaristan, üç kısma ayrıldı.

- Bosna-Hersek Osmanlı Devleti'ne ait kabul edilecek fakat Avusturya tarafından yönetilecekti.

- Karadağ, Sırbistan ve Romanya'nın bağımsızlığı devam edecek, fakat sınırları değiştirilecek

- Kars, Ardahan, Batum, Ruslarda kalacak, fakat Doğu Beyazıt Osmanlı Devleti'ne bırakılacak

- Teselya Bölgesi Yunanistan'a ait olacak

- Rumeli'de ve Anadolu'da Ermenilerin oturduğu bölgelerde ıslahatlar yapılacak

- Osmanlı Devleti, Rusya'ya 60 milyon ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

5 Mayıs 2009

TRABLUSGARB SAVAŞI

TRABLUSGARB SAVAŞI

Sömürgecilik yarışında birliğini geç sağladığı için geri kalan İtalya, Kuzey Afrika'da Osmanlılara ait olan Trablusgarb'ı ele geçirmek istedi. Avrupalı devletlerin de desteğini alan İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek, Trablusgarp'ın kendisine bırakılmasını istedi. İtalyanların bu isteği reddedilince Trablusgarp ve Bingazi işgal edildi (1911).

Mustafa Kemal ve Enver Bey Trablusgarp'a geçerek Derne ve Tobruk'da önemli direniş hatları oluşturdular. İtalya Osmanlı Devleti'ni barışa zorlamak için Çanakkale'de Türk istihkamlarını denizden topa tuttular. Ayrıca Oniki adaya asker çıkardılar. Balkan Savaşlarının başlaması üzerine İtalyanlarla barış imzalandı ve Trablusgarp Savaşı sona erdi. Yapılan Uşi Barış Antlaşması'na göre; Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya verildi. Oniki ada Yunanistan'ın işgal etmemesi için geri verilmek üzere İtalya'da kalıyordu.
SIRP SINDIĞI SAVAŞI

İslâm memleketlerine yönelen ve "Haçlı Seferleri" diye anılan tecavüz hareketleri, bir asra yakın zamandan beri durmuştu. Fakat, Osmanlı Türkleri'nin Batı Trakyayı elde etmeleri ve Bulgaristan ortalarına kadar sokulmaları, Haçlılık ruhunun hortlamasına sebebiyet verdi.

Filibe'nin zaptı sırasında kaçan ve Sırbistan'a sığınan Rum kumandanı, vakit geçirmeden Türkler üzerine yürünmesini tavsiye ediyor, devamlı tahriklerde bulunuyordu. Ancak, Sırplar'ın da Bulgarlar'ın da bu macerayı göze alabilecek kuvvet ve cesaretleri yoktu. Türkler'i geri püskürtmeye çalışırken, ellerindeki topraklan kaybedebilirlerdi. Ayrıca, Balkan kavimleri, kendilerine din, can, mal ve kazanç hürriyeti getiren İslâm idaresinden memnundular; tekrar eski kötü jönlere dönmeyi istemiyorlardı. Denizci bir devlet olan Venedikliler ise, Doğu'daki ticarî menfaatlerinin haleldar olacağı korkusuyla, tarafsız kalma siyasetinden ayrılmıyorlardı.

Osmanlılar'a karşı çıkabilecek tek devlet Macaristan'dı. Balkanlar'ı da hâkimiyeti altına alma sevdasına düşen Macar Krali Layos, böylece hazırlanmaya başladı.

İşte o sıralarda, Papa V. Urban da, Macar ve Sırp kralları ile Eflâk (Romanya) ve Bosna prenslikleri arasında askeri ittifak kurulmasına önayak oldu. Tarihlerimizde umumiyetle 60 bin kişi olarak gösterilen Haçlılar, Macar Kralı Layos kumandasında Edirne'ye doğru yürüdüler.

Sultan Murad, o sırada Bursa'da bulunuyordu ve Türk ordusunun büyük kısmı Anadolu'da idi. Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, bir taraftan padişaha haber yollarken, bir taraftan da Hacı İlbeyi kumandasındaki 10 bin kişilik akıncı kuvvetini, keşif gayesiyle göndermişti.
Herhangi bir mukavemet görmeden ilerleyen Haçlı ordusu, Meriç nehrini geçtikten sonra, Edirne'nin birkaç kilometre ötesinde durakladı. Taarruza geçtikleri anda, bu şehri zaptedecekleri ve Trakya'nın güneyine sarkacakları muhakkakti. Çünkü, Bursa'dan yola çıkacak Osmanlı ordusu, kısa zamanda oraya erişemezdi.

Hacı İlbeyi, konak yerinde eğlenceye dalan ve müstakbel zaferlerin tadını şimdiden çıkarmaya kalkan Haçlılar'a karşı, bir gece baskını düzenlemeyi kararlaştırdı. Kimseden talimat almamıştı ve bu tehlikeli teşebbüsten zararlı çıkılırsa, kendi elleriyle idam fermanını hazırlamış olacaktı. Fakat, gece karanlığında hücuma geçen 10 bin Türk akıncısı, düşmanı tam gaflet halinde bastırdılar. "Koyun sürüsüne dalan kurt gibi" neye uğradıklarını şasıran Haçlı askerlerini kılıçtan geçirdiler. Kaçabilenlerin çoğunluğu da Meriç sularında boğuldu. Kral Layos ise, canını güçlükle kurtararak memleketine dönebilmişti. Osmanlıların, müttefik Hristiyan ordularına karşı elde ettiği bu zafer, tarihlerimizde "Sırp Sındığı" olarak anılır.

Öte yandan, Sultan I. Murad Bursa'dan hareket etmiş, Gelibolu'ya geçmeden önce, Katalanlar elinde bulunan Karabığa'nın fethini kararlaştırmıştı. Çünkü, ordusunun arkasını emniyete almak istiyordu. Sırp Sındığı Zaferi'nin haberi ulaşınca, denizden ve karadan yaptığı taarruzun şiddetini arttırdı ve nihayet kaleyi düşürerek, Marmara'nın güney sahillerindeki Türk hâkimiyetini tamamladı. Bu arada, Gazi Evrenos Serez'i fethetmişti.
Sırp Sındığı Zaferi, devlet merkezinin Bursa'da tutulmasının mahzurlu olacağını göstermişti. Çünkü, Osmanlılar'a yönelecek tehlikeler, şimdilik sadece Hristiyan dünyâsından geliyordu. Ayrıca, devletin istikbali de, Rumeli'de tutunmasına bağlı idi. Bu sebeple, Edirne şehri askeri merkez haline getirildi.

Bizans İmparatoru V. loannes Paleologos, Türklerin Rumeli'de kazandığı toprakla istirdada çalışmayacağını ve Türk düşmanları ile ittifak kurmayacağını taahhüt etmişti ama, el altından bunun aksi faaliyette bulunmaktan vazgeçmiyordu. Nitekim, gizlice Macaristan'a gitmiş ve kendisine yardım edilirse, Ortodoks mezhebini bırakıp Katolik olacağına söz vermişti. Fakat, memleketine dönerken, Bulgar Kralı Ivan Sisman, onu yakalatarak Niğbolu kalesine hapsetmişti.
O sırada, Macar Kralı Layos, Papa nezdindeki teşebbüslerine hız vermişti. Böylece, bir taraftan Papa'nın Türkler aleyhindeki tahrikleri, bir taraftan da Bizans imparatoru'nu kurtarmak maksadıyla, Savua Kontu VI. Amadeo, 15 kadırga ile yola çıktı. Uğradğı Ağrıboz ve Midilli adalarından yardımcı kuvvetler alıp Çanakkale Boğazına girdi ve 1366'da Gelibolu'yu zaptetti. Türklerin donanmaları bulunmadığı için, bu işgali önleyememişlerdi. Ancak, 1367 Haziranında Bizans'a bırakılan Gelibolu, kısa bir müddet sonra tekrar Türk topraklarına katılacaktır.
RİDANİYE SAVAŞI

28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim aldı.Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e, 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girdi. Mercidabık Savaşı'ndan sonra Mısır'ın başına Tumanbay geçti. Tumanbay Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini öldürmüş ve Venedikliler'den top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu.

Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte, ilkçağdan beri hiçbir komutanın cebren geçemediği Sina Çölü'nü 13 günde geçerek, Ridaniye'de Mısır Ordusu ile karşılaştı.

Mısır Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Mısır ordusunun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti tarihe karıştı.
PRUT SAVAŞI

Rusya, Osmanlı Devleti ile mücadelesinde kendi lehine bir zemin yaratmak istiyordu. Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ortodoks toplumları kışkırtarak Osmanlı Devleti'ni zayıflatacak ve yapacağı savaşlarda daha önce kaybettiği toprakları geri alacaktı. Eflak ve Boğdan Beylerini Osmanlılara karşı kışkırtan Rus Çarı Deli Petro, Poltova Savaşı'nda İsveç Kralı Demirbaş Şarl'ı yenince, Demirbaş Şarl Osmanlılara sığındı. İsveç Kralını kovalayan Rus birliklerinin Osmanlı topraklarına akınlar düzenlemesi üzerine, Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı savaş ilan etti (1711).

Sadrazamlığa getirilen Baltacı Mehmed Paşa, 100.000 kişilik bir orduyla Tuna'yı geçerek Eflak'a girerken, Osmanlı donanması da Karadeniz'e açıldı. Osmanlı kuvvetleri, Kırım Ordusunun da desteği ile Rus birliklerini Prut Nehri kıyısında çember içine aldılar. O an için kurtuluş imkanı bulunmayan Rus Çarı Deli Petro, Moskova'ya bir mektup yazarak durumun zorluğunu ve ümitsizliğini anlattı. Çariçe Birinci Katarina araya girerek Osmanlı Devleti'ne barış teklifinde bulundu. Hem Kırım Hanı, hem de İsveç Kralı saldırıya geçilip Rus ordusunun yok edilmesini savunuyorlardı. Ancak Baltacı Mehmed Paşa, yeniçerilere güvenmiyordu. Kuşatma sırasında yeni bir kutsal ittifakın oluşturulabileceği düşüncesine sahip olan ve Osmanlı ordusunun çok yıpranacağı endişesini taşıyan Baltacı Mehmed Paşa barış yapılmasını kabul etti (21 Temmuz 1711). İmzalanan Prut antlaşması ile Azak kalesi Osmanlılara geri verildi. Ruslar, İstanbul'da devamlı bir elçi bulundurmayacak ve İsveç Kralı Şarl'ın serbestçe ülkesine dönmesine izin vereceklerdi.

Osmanlı Devleti kazandığı bu başarıdan sonra, daha önce kaybedilen Mora yarımadasını da geri almak istiyordu. Venedikli korsanların Osmanlı ticaret gemilerine saldırmaları ve Mora halkının Osmanlı Devleti'nin yönetimi altına girmeyi istemesi Venediklilere savaş açılmasına neden oldu (8 Aralık 1714). Silahtar Ali Paşa, Modon, Koron ve Navarin'i alarak Mora'yı fethetti (22 Ağustos 1715).
PREVEZE SAVAŞI

Osmanlıların Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hakim olmaları Avrupa'yı telaşlandırmıştı. Ayrıca devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizliler'den başka Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemiler de bulunuyordu.

Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti.

Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.
OTLUKBELİ SAVAŞI

Karamanoğlu İbrahim'in 1464'te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey Fatih Sultan Mehmed'den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi'ne çıkmaya karar verdi.

Konya ve Karaman alınarak Osmanlı'ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul'a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu.

Osmanlılar Avrupa ve Anadolu'daki topraklarını genişletirken, Akkoyunlular Devleti'de Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473'de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan'ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı.

Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engellemiş oldu. Anadolu'da ve Rumeli'de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştı.

Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı.
OSMANLI-RUS SAVAŞLARI

Sultan Üçüncü Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti Rusya ve Avusturya ile savaş halindeydi. Sultan Üçüncü Selim bu iki devlete karşı mücadeleye devam etti.

Bu savaşın temel sebepleri Kırım'ı kurtarmak ve Osmanlı topraklarını aralarında paylaşma hesapları yapan Avusturya ve Rusya'ya engel olmaktı. Kırım'ın jeopolitik konumu İstanbul'un güvenliği için çok önemliydi. Bu savaşlar sırasında Avusturya'ya karşı İsmail Zaferi gibi bazı başarılar kazanılmışsa da, Ruslara karşı aynı başarı gösterilememişti. Ruslarla yapılan Fokşan (1 Ağustos 1789) ve Boze Savaşları'nda (22 Eylül 1789) Osmanlı kuvvetleri büyük kayıplar verdi. Akkerman kalesi Ruslara geçti ve Baserabya bölgesi Rus işgaline uğradı. Sebeş, Muhadiye, Lazarethane ve Pançova'yı işgal eden Avusturyalılar ise önce Belgrad'ı (8 Ekim 1789) daha sonra ise Semendire'yi ele geçirdiler.
NİĞBOLU ZAFERİ

Osmanlıların Rumeli'deki faaliyetlerinin devam etmesi, akıncıların Bosna'ya ve Arnavutluk'a kadar ilerlemeleri Haçlıları telaşa düşürdü. Macar Kralı Sigismund, Papa'nın da desteğiyle başta Fransız, İngiliz ve Alman kuvvetleri olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinin katılımıyla oluşan Haçlı Ordusu'nun başına geçti. Bu ordu 1396 yılının Mayıs ayında harekete geçti.

Bu ittifakın amacı beş yıldır kuşatma altında bulunan İstanbul'u kurtarmaktı. Haçlılar Tuna kıyısındaki Niğbolu kalesini kuşattılar. Kale kumandanı Doğan Bey, Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı Ordusu yetişinceye kadar kaleyi başarıyla savundu. 1396 yılında Niğbolu kalesi önlerinde çok kanlı çarpışmalar oldu. Haçlılar, tarihe Niğbolu Savaşı olarak geçen bu çatışmada büyük bir bozguna uğradılar. Savaş sonunda Haçlıların aldığı yerler Osmanlı Devletine geçti. Bulgar Krallığı ortadan kaldırıldı ve Macaristan içlerine doğru akınlar yapıldı. Haçlı dünyası yarım yüzyıl Türklerin üzerine yürümeye cesaret edemedi. Bu savaştan sonra Yıldırım Bayezid'e Abbasi Halifesi tarafından "Sultan-i iklim-i Rum" yani "Anadolu Sultanı" ünvanı verildi.

Niğbolu Savaşından sonra İstanbul üçüncü defa kuşatıldı. Daha önceden yapımına başlanmış olan Anadoluhisarı bu kuşatma sırasında tamamlandı. Güçlü bir deniz kuvveti ve büyük topların olmaması fethi engelliyordu. Bu sebeple Yıldırım Bayezid, Türk Denizciliğini geliştirmeye çalıştı. Yıldırım İstanbul'u kuşatma altında tutarak, şehrin teslim olacağını düşünüyordu. Ancak Timur tehlikesi ortaya çıkınca, Bizans'la bir antlaşma yapıldı ve kuşatma kaldırıldı. Bu antlaşmayla, İstanbul Sirkeci'de bir cami, bir İslam Mahkemesi ve bir Türk mahallesi kuruldu. Yıllık haraç arttırıldı. Aynı yıl Yunanistan'a ve Mora'ya sefer düzenlendi.
1398 yılında Karaman ülkesi ve Karadeniz beylikleri fethedildi. Bir yıl sonra da Dulgadiroğulları beyliğine son verildi. Yıldırım Bayezid, ayrıca İstanbul Galata'da bulunan Ceneviz Kolonisi ile de savaştı.
MOHAÇ ZAFERİ

Kanuni Sultan Süleyman sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra, 1526 yılının sonlarına doğru, muhteşem ordusu ile İstanbul' dan hareket etti. Ordunun mevcudu 100 bin kişi idi. Ayrıca 300 kadar top vardı. Ordunun ilerlemesi büyük bir disiplin içinde devam etti. Ekili araziye girmek, buralarda hayvan otlatmak, Hristiyan halkın hayvanlarını almak veya onlara başka türlü zarar vermek şiddetle yasaklanmış, bu yasaklara tam olarak uyulmuştu.

Ordu Belgrad'a ulaştığı zaman Ramazan Bayramı da gelmişti. Bayram namazı burada kılındı ve kutlama töreni yapıldı. Sonra tekrar yola çıkıldı. Uylok, Petervaradin, Osiyek gibi bazı kaleler fethedildi.

Drava Nehri'ne varıldığı zaman burada bir köprü yapmak gerekti. Padişah ve veziriazam köprünün yapımına bizzat nezaret ettiler. Ordu bütün ağırlıklarıyla bu köprüden geçtikten sonra Kanuni köprünün yıkılmasını emretti. Böylece Macaristan'i tamamen almadan geri dönülmeyeceğini belli ediyordu.

Drava Nehri'nin asılmasından sonra hiçbir tabii engel bulunmayan geniş Macar Ovası'na çıkılmıştı. Fakat yağmur ve sis yüzünden ilerleme yavaş oluyordu. Köprüyü geçtikten sonra yağmur hafiflemişti ama yol çamurdu ve yerler bataklık oluşmuştu.

İstanbul'dan Mohaç Ovasına Türk ordusu 4 ay süren bir yürüyüşle gelmişti, öte yandan Macar ordusu da Budapeşte'den yola çıkmış ve 40 günlük bir yürüyüşten sonra ancak 160 kilometrelik bir yol alarak Mohaç Ovasına yaklaşmıştı.

Charles-Quint Macarlar'a yardım edecek durumda değildi. Çünkü o günlerde İngiltere, Fransa ve İtalya, Charles-Quint'e karşı bir ittifak kurmuşlardı. Fakat Papa tarafından gönderilen ücretli askerler Macar ordusuna katılmıştı.
Şimdi iki ordu Mohaç Ovasında karşı kaşıya gelmiş bulunuyordu. Macar ordusu 150 bin kişilikti. Ayrıca 100 kadar topları vardı. Türk ordusu 100 bin kişiden meydana geliyordu ama 300 kadar topu vardı. Macarlar daha çok ağır zırhlı süvarilerine güveniyorlardı ve Türkler'in savaş teknolojisindeki üstünlüğünü, topu çok iyi kullandıklarını henüz anlayamamışlardı. Tabii Türk ordusunun asıl kuvveti asla toplardan ileri gelmiyordu.

26 Ağustos'ta her iki taraf savaş için hazırlıklarını bitirmiş, ovaya doğru ağır ağır ilerlemeye başlamışlardı.

Türk ordusunun 5 bin kişiden oluşan öncü kuvvetinin başında Bali Bey vardı. Onu Rumeli askeri ve 150 top ile Sadrazam İbrahim Paşa takip ediyordu. Sadrazamın gerisinde de Anadolu askeri ve geri kalan toplarla Behram Paşa bulunuyordu. Daha sonra muhafızlar, yeniçeriler ve süvari alayları ile Türk ordularının başkumandanı Kanuni Sultan Süleyman geliyordu. Artçı vazifesi gören Bosna süvarisinin başında Hüsrev Bey vardı.
Şimdi iki ordu Mohaç Ovasında karşı kaşıya gelmiş bulunuyordu. Macar ordusu 150 bin kişilikti. Ayrıca 100 kadar topları vardı. Türk ordusu 100 bin kişiden meydana geliyordu ama 300 kadar topu vardı. Macarlar daha çok ağır zırhlı süvarilerine güveniyorlardı ve Türkler'in savaş teknolojisindeki üstünlüğünü, topu çok iyi kullandıklarını henüz anlayamamışlardı. Tabii Türk ordusunun asıl kuvveti asla toplardan ileri gelmiyordu.

26 Ağustos'ta her iki taraf savaş için hazırlıklarını bitirmiş, ovaya doğru ağır ağır ilerlemeye başlamışlardı.

Türk ordusunun 5 bin kişiden oluşan öncü kuvvetinin başında Bali Bey vardı. Onu Rumeli askeri ve 150 top ile Sadrazam İbrahim Paşa takip ediyordu. Sadrazamın gerisinde de Anadolu askeri ve geri kalan toplarla Behram Paşa bulunuyordu. Daha sonra muhafızlar, yeniçeriler ve süvari alayları ile Türk ordularının başkumandanı Kanuni Sultan Süleyman geliyordu. Artçı vazifesi gören Bosna süvarisinin başında Hüsrev Bey vardı.
Bu düzende Mohaç'a giren Türk ordusu, ovanın güneybatı yamaçlarını hakimiyeti altına aldı. 28 Ağustosta bir savaş meclisi toplandı ve ertesi gün yapılacak savaşın planları tartışıldı. Bu meclise eski savaşları görmüş tecrübeli ve bilgili kumandanlar da çağrılmıştı. Bu tecrübeli kumandanlardan biri olan ve düşman kuvveti hakkında bilgisi bulunan Bali Bey, kütle halinde cephe hücumu yapılmaması, darbenin yan ve gerilerden vurulması fikrini ileri sürdü. Bu görüş oybirliğiyle kabul edildi. Hazırlanan plana göre ordu batıdakı tepelerin gerisinde hazırlanacaktı. Macar zırhlı süvarisinin hücumunu kırmak için bir topçu hattının kurulmasına da karar verildi.

Düşmana hücum edilmeyip onun hücum etmesi beklenecek, düşman hücum edince de kıtalar hafifçe geriye ve yanlara kaydırılacaktı. Macarlar bütün kuvvetlerini merkeze yönelttikleri ve içeri girdikleri zaman, birden kanatlarına hücum edilecek ve o zamana kadar sol kanat açığında tutulacak süvari kıtaları ile düşmanın geriside çevrilerek imha edilecekti.

Macar ordusunun planı da şöyle idi: Savaş, Nazinyart ve Külküt köyleri arasındaki arazide olacaktı. Sol kanat Tuna'ya dayanacak, sağ kanat ise mümkün olduğu kadar uzatılacaktı. Birinci hat bütün gücüyle Türk ordusunun merkezine atılacak ve Türklerin birinci hattı ne pahasına olursa olsun püskürtülecekti. Bundan sonra çekilmeye mecbur birakılan Türk kuvvetlerini zırhlı süvariler takip ederek ezecek, imha edecekti.

29 Ağustos 1526. Mohaç Ovasında tarihin en büyük imha savaşlarından birinin başlayacağı gün. Günlerden beri şiddetlenip yavaşlayarak yağan yağmur o gün bir fırtına halini aldı. Macarlar'bu havada Türklerin savaşı başlatamayacaklarını düşündüler. Ama Bali Bey'in keşif kollarını görünce Türk ordusunun savaş için hazır duruma geçtiğini anladılar ve hemen onlar da hazır duruma geçtiler.

Kanuni, ovanın en yüksek tepesini tutmuştu. Buraya daha sonra "Türk Tepesi" veya "Hünkar Tepesi" adı verilecekti.

Sabah namazı topluca kılındı. Bu sırada düşman sancaklarının göründüğü haberi geldi. Bunun üzerine Kanuni kendi sancaklarını açtırdı, zırhlılarını giydi ve askere kısa, özlü bir hitabede bulundu. savaş öncesinde güzel ve etkili konuşma, Osmanoğullarında babadan oğula geçen üstün yeteneklerden biriydi. Herkesin gözlerini yaşartan hitabeden sonra sultan ellerini açarak dua etti: "İlahi, kuvvet ve kudret sendedir! İmdat ve himaye senden! Ümmeti Muhammed'e yardım et!" dedi.
Bunun üzerine süvariler atlarından inerek secde ettiler. Sonra tekrar atlarına binerek padişahlarının uğrunda canlarını feda edeceklerine yemin ettiler. Veziriazam da kahramanlık göstereceklere büyük ödüller vaadetti ve ilk safta vuruşmak üzere Rumeli askerinin başına geçti.

Fakat saatler geçtiği halde çarpışma başlamıyordu. Kanuni, plan gereğince önce düşmanın saldırmasını beklemekteydi.

İkindi vakti Macar zırhlı süvarileri hızla ileri atıldılar, olanca güçleriyle Türk birinci hattına yüklendiler ve yıldırım gibi Türk ordusunun içine girdiler. Bu andan itibaren Türklerin planı titizlikle uygulandı: İbrahim Paşa kuvvetleri sag ve sol kanada açılarak geriledi. Bu gerilemeyi bozgun zanneden kral II.Layos, ikinci hattaki kuvvetlerini de hücuma geçirdi. Fakat Macar ordusu Rumeli askerinin yanlara çekilmesiyle karşılarına Anadolu askerinin çıktığını gördü. Bu hattı yarmaya başladıkları zaman ise yeniçerilerin inatçı direnişi ile karşılaşmış ve az sonra da topların menziline girmişlerdi. Yine plan gereğince Bali ve Hüsrev beyler, akıncı birlikleriyle düşmanı yandan çevirmeye başladılar. Aynı anda 300 top birden ateşlendi ve Macar zırhlı süvarisi hatasını o zaman anladı, ama perişan olmaktan kurtulamadı. Aynı zamanda sağ ve sola açılan Türk piyadesi karşı hücuma geçmiş, düsşanı çembere almıştı.

Macar şövalyelerinden 32'si, Osmanlı padişahını ölü veya diri ele geçirmek ve böylece zaferi kazanmak için yemin etmişlerdi. Bunlar gerçekten büyük bir fedakarlık ve yiğitlikle vuruşarak Türk ordusu merkezine kadar yaklaştılar. Fakat Kanuni'nin bulunduğu yere ancak üç tanesi ulaşabildi. Kanuni bu üç sövalye ile tek başına vuruşarak onlari kılıcı ile öldürdü! Bu arada kendisi de birçok darbe almış ve sayısız oklara hedef olmuştu. Fakat üzerindeki zırh onu koruyordu.
Savaşın başlamasından birbuçuk saat sonra Macarlar Türk planını nihayet anlamışlardı ama artık çok geçti, iki taraftan sarılmışlardı. Kıskacı yarmaya çalıştıkları zaman tam bir başarısızlığa uğradılar ve bataklık tarafına sürüklendiklerini gördüler. Başkumandan ve kral, Macar ordusunun yönetimini kaybetmiş durumdaydılar.

Türk topları Macarlar'ın sağ ve sol kollarını karıştırdıktan sonra merkez birliklerini de dağıtmştı. Bunlar takip edildi. Başta başkumandan Pol Tomori olmak üzere 25 bin düşman askeri kılıçtan geçildi." Kral II.Layos ile birçok Macar asilzadesi ve kumandan, Karasu bataklığına saplanıp boğuldular. Mohaç Ovası ve Karasu (Kvasso) bataklığı koca Macar ordusuna mezar oldu. Türkler ise böyle müthis bir savaşta tarihin kaydetmediği, eşine rastlanmayan bir başarı göstermiş, sadece 150 şehit vermişlerdi! Sadece 150 şehit vererek koca Macar ordusunu imha etmek, iki saat gibi kısa bir zamanda olmuştu.

Savaşın kesin sonucu akşamdan evvel alınmış olmasına rağmen padişah, gece yarısına kadar kimsenin yerini terketmemesini tellallar aracılığı ile emretti. Fakat boru ve mizika takımları zafer marşlarıyla Mohaç Ovası'nı yankı yankı inletiyor, adeta sarsıyordu. Kanuni, gece yarısına kadar at üstünde, askerlerinin arasında dolaşarak, ordunun zafer sevincini onlarla beraber yaşadı (29 Ağustos 1526).
Ertesi gün, erguvan renkli otagi hümayunda tahtına oturan padişah tebrikleri kabul etti. Kumandanlara derecelerine göre hediyeler dağıtıldı. Askerler ödüllendirildi. Savaş meydanı ölülerden temizlendi, İstanbul, Bursa, Şam, Kahire, Diyarbakır, Halep, Edirne, Eflak ve Boğdan'a zafernameler yazıldı. Padişah annesi Hafsa Sultan'a bizzat yazdığı mektupla zaferini bildirdi.

Kanuni 3 Eylül'e kadar Mohaç'ta kaldı. 3 Eylül'de yola çıkıldı ve 10 Eylül'de Macaristan'ın başkenti Budin (Buda) şehrinin önüne gelindi. Halk arasından seçilen bir heyet şehrin anahtarını teslim edince, Kanuni ertesi gün büyük bir törenle Budin'e girdi. Burada on gün kaldıktan sonra Peşte'ye geçti. (Bugün Buda ve Peşte birleserek 'Budapeşte' adını almış bulunuyor).

Kanuni Budapeşte'de iken Türk birlikleri Macaristan'ın geri kalan önemli kalelerini birer birer ele geçirdiler. Cihan padişahı Macar tahtını Erdel voyvodası Yanos Zapolya' ya verdi.

Kanuni, örnek bir askeri yürüyüşle Belgrad-Sofya, Edirne Üzerinden İstanbul'a geldiği zaman bütün Macaristan Türk hakimiyetine geçmis bulunuyordu.
MERCIDABIK ZAFERİ

Fatih Sultan Mehmed devrinden kalan anlaşmazlık ve İran Seferi, Mısırlıların ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden oldu. Yavuz Sultan Selim, bu ittifakın yapılacağını öğrenince Mısır seferine karar verdi. Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı. Mısır Sultanlığı'na bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldular.

Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Mısır hükümdarı Gansu Gavri ölü olarak bulundu. Kazanılan Mercidabık zaferi sonunda Suriye'nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.
KANİJE KALESİ ZAFERİ

Satırcı Mehmed Paşa iki yıldır hiçbir askeri başarı kazanamamıştı. Bu süre içinde bazı Osmanlı kaleleri Avusturyalıların eline geçmişti. Mehmed Paşa'nın idamı üzerine, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ordunun başına geçti ve Belgrad'a geldi. Bu sırada Avusturya barış istemişti.

Avusturyalılar daha önce geri aldıkları Eğri'yi ve Hatvan'ı bize vermeyi önerdiler. Bu öneriye karşılık, Osmanlı temsilcileri Estergon, Neograd, Vürek ve Yanıkkale'yi istediler. Antlaşma yapılamadı.

Belgrad'da kışı geçiren Damat İbrahim Paşa, Kanije Kalesi'ni kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Kuşatma devam ederken, kale içinde esir olan Türklerin canlarını feda etmek uğruna havaya uçurdukları barut deposu kalenin harap olmasına yol açtı. Ancak yine de teslim olmayan Kanije Kalesi'nin yardımına bu seferde Philippe Emmanuel komutasındaki 20.000 kişilik bir ordu geldi. İki ateş arasında kalan Osmanlı ordusu kahramanca savaşmaya devam etti. Yardıma gelen düşman ordusunun geri çekilmesi üzerine, 40 gün süren bir kuşatmadan sonra Kanije teslim oldu.

Beylerbeyliğin merkezi Kanije'ye alındı, Kanije Beylerbeyliği Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi. Sultan Üçüncü Mehmed, bu başarısından dolayı Damat İbrahim Paşa'ya kendisi padişah olarak yaşadığı sürece sadrazamlıkta kalacağı vaadinde bulundu (10 Eylül 1601). Kanije kalesini geri almaya çalışan Arşidük Ferdinand, Kanije'yi büyük bir orduyla kuşattı. Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki az sayıda asker iki aydan fazla kaleyi korudu. Yiyecek içecek malzemesi ve cephanesi tükenmeye başlayan Osmanlı kuvvetleri beklenmedik bir çıkışla kendisinden kat kat üstün görünen düşman ordusunu Kanije kalesi önünde yendi (18 Kasım 1601). Bu zaferden sonra İstolni, Belgrad ve Estergon, 1603'de de Uyvar fethedildi.

İSTANBUL'UN FETHİ 1453

İSTANBUL'UN FETHİ

Fatih Sultan Mehmed padişah olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı. Karamanoğlu İbrahim Bey af diledi. Fatih İstanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı.

Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı.

Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans'ın varlığı, Balkanlar'daki Türk hakimiyeti açısından tehlikeli oluyordu.

Bizans İmparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı.

YAPILAN HAZIRLIKLAR

İstanbul'un Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı. Karamanoğulları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi için gerekli hazırlıklara başladı.

Devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi. "Şahi" adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı. Yaptırılan bu büyük toplar İstanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı.

Yıldırım Bayezid'in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi. Bu sayede Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve İstanbul'a yardım gelmesi engellendi.

Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı.
Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, "İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk Sarığı görmeye razıyız" diyorlardı.

KUŞATMA VE SAVAŞ

Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin'e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul'un kara surları önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı. Osmanlı donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı.
Osmanlı Ordusundaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı.

Çok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı.

Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a yardım ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu. İstanbul'un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç'e indirilmesi kesin olarak gerekliydi.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi. Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç'e indirilecekti.

Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergah üzerine kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sade yağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı. 21-22 Nisan gecesi 67(yada 72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi.
Haliç'teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti.

Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı. Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan Mehmed kumandanların ve alimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi. Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta genel saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı.

Çarpışmalar sırasında Bizans'ı koruyan surlar üzerinde kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı. Surlar içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu. İlk defa Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul surları, artık direnemiyordu. 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29 Mayıs'ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun 1125 yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi.
FETİHİN SONUÇLARI

İstanbul'un fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam'ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok seferler düzenledi.

Sırbistan (1454,1459), Mora (1460), Eflak (1462), Boğdan (1476), Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik (1463-1479), İtalya (1480) ve Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki hakimiyetini pekiştirdi.

Sırbistan Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hakimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya'ya yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine kaybedildi.

İNEBAHTI SAVAŞI

İNEBAHTI SAVAŞI

Kıbrıs'ın alınması Avrupa'da bir Haçlı donanmasının hazırlanmasına neden oldu. Don Juan komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik, İspanya, Malta, Papalık ve diğer İtalya hükümetlerine ait gemiler bulunuyordu. Osmanlı Donanmasının değerli komutanları Pertev Paşa ve Uluç Ali Paşa bu karşılaşma sırasında savunma yapılmasını istedilerse de Kaptan-ı Derya Ali Paşa saldırıda bulunulmasını istedi.

İki donanma Mora'nın kuzey, Orta-Yunanistan ile Karlıeli'nin güney kapılarında bulunan İnebahtı körfezinde karşılaştı (7 Ekim 1571). Şiddetli çarpışmalardan sonra Kaptan-ı Derya Ali Paşa ve beraberindekiler şehit düştü.

Osmanlı donanması beklemediği bir darbe aldı ve çok sayıda gemisi batırıldı. Savaşta büyük başarılar göstererek gemilerini kurtarmayı başaran Uluç Ali Paşa Sokullu Mehmed Paşa tarafından, Kaptan-ı Deryalığa getirildi.

Sokullu Mehmed Paşa yeni bir donanma hazırlamasını istedi. Bunun için çok sayıda malzemeye ihtiyaç olduğunu kısa süre içinde böyle bir donanmanın hazırlanmasının zor olduğunu söyleyen Uluç Ali Paşa'ya Sokullu; "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al." demesi Osmanlı Devletinin o dönemdeki gücünü göstermesi açısından önemlidir.

Sokullu Mehmed Paşa gönderilen Venedik elçisine İnebahtı Deniz Savaşıyla ilgili olarak
"Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'nda bizi yenmekle, sakalımızı traş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar."
Bununla beraber İnebahtı faciasından sonra kaybedilen binlerce denizciyi yerrine getirmek kolay olmamış ve tecrübesiz, leventlerden teşkil edilen yeni donanma Osmanlı'ya Akdeniz'de eski kudretini kazandıramamıştır. Artık Avrupa siyasetini yönlendirecek ve ticaret yollarını hakimiyet altına alacak Hint Seferleri gibi büyük projelere de edilmemiştir.

Haçova Savaşı

HACOVA ZAFERİ

Eğri Kalesi'nin fethinden sonra, Osmanlı birlikleri ilerleyerek 15 Ekim 1596 günü Haçova'da Avrupa ordusuyla karşılaştı. Bu ordu da Avusturya, Alman, Erdel, İspanyol, Fransız, Çek ve Leh kuvvetleri vardı.

Avusturya Arşidükü Maxmilien komutasındaki düşman kuvvetleri ile yapılan savaşta Osmanlı birlikleri, düşman birliklerinin tüfek atışlarına maruz kaldı. Pek çok askerimiz şehit oldu.

Ordu merkezinin ele geçirilip padişahın ayrıldığı haberi yayıldı. Ancak bu gelişmelerden haberi olmayan akıncılar canla başla savaşa devam ediyordu. Yalnızca bu akıncı birliklerinin mücadelesi bile düşman ordusunun dağılmasına yetti ve kazanılan Haçova Zaferi ile Osmanlılara Viyana yolu açıldı (26 Ekim 1596).

Haçova Savaşı'ndan sonra Sultan Üçüncü Mehmed İstanbul'a döndü. Avusturya Cephesi'ne Satırcı Mehmed Paşa atanmıştı. Tata Kalesi'ni geri almayı başaran Satırcı Mehmed Paşa, Budin'in kuzeyindeki Vaç bölgesinde düşman kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Bu arada Avusturya temsilcileri ile bir barış antlaşması yapılmaya çalışıldıysada, olumlu bir sonuç alınamadı. Bir süre sonra Avusturya kuvvetleri Kanuni Sultan Süleyman zamanında fethedilen Yanıkkale'yi (Raab Kalesi) ele geçirdiler (1598).

FAS'IN FETHİ

FAS'IN FETHİ

Osmanlı Devleti Fas'a kadar olan tüm Kuzey Afrika'yı topraklarına katmıştı. Sultan Üçüncü Murad tahta geçtiği sırada Fas'ta iktidar mücadeleleri boy gösteriyordu. Fas Osmanlı'dan yana olanlar ve Portekiz'den yana olanlar diye ikiye bölünmüştü.

1578 yılında Fas sultanının da ricası ile Fas'a giden Ramazan Paşa komutasında ki Osmanlı kuvvetleri Vadi-üs Sebil'de yapılan savaşta Portekiz kuvvetlerini yendiler ve böylece Fas Sultanlığı Osmanlı himayesine alındı.

ÇALDIRAN SAVAŞI -1514

ÇALDIRAN SAVAŞI

Yavuz Sultan Selim, babası Sultan İkinci Bayezid ve kardeşleri ile taht mücadeleleri vererek tahta çıktığında, Osmanlı Devleti sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük sebebi Doğu'daki Şii-Safevi Devletiydi. Bu devletin ortadan kalkmasıyla huzur sağlanacak ve Türkistan yolu Osmanlılara açılacaktı.

Yavuz Sultan Selim'in en büyük amacı doğudaki bütün Türk İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Yavuz Sultan Selim, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşüne devam etti.

Çaldıran'da 23 Ağustos 1514'te yapılan savaşta Osmanlı kuvvetleri büyük bir zafer kazanırken, Safeviler bozguna uğradılar. Şah, kaçarak hayatını zor kurtardı.

Yavuz yoluna devam ederek Tebriz'e girdi. Şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Bu zafer sonucunda Şah İsmail eski prestijini kaybetti. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamış oldu.

15 Eylül 1514'te de Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz'un amacı, kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almaktı. Ancak şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gidildi. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Kemah kalesi alındı. 12 Haziran 1515'de kazanılan Turnadağ zaferi ile Dulkadiroğlu beyliğine son verildi. Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Anadolu'da Türk birliği sağlanmış oldu.

EĞRİBOZ ZAFERİ

EĞRİBOZ ZAFERİ

Sultan İkinci Süleyman kendi iç meseleleriyle uğraşırken, Venedik ve Lehistan'da da karışıklık yaşanıyordu. Ancak o an için asayişi sağlamış olan Avusturya, Osmanlı'nın içinde bulunduğu kaos ortamından yararlanmasını bildi. Tuna'yı geçen Avusturya kuvvetleri Eğri (14 Kasım 1687), İstoni ve Belgrad kalelerini (6 Eylül 1688) ele geçirdiler.

Belgrad'ın düşmesi Avrupalılara Balkanların yolunu açtı. Bosna, Erdel ve Eflak Avusturyalılar tarafından işgal edildi. Bu ilerleyiş karşısında toparlanan Osmanlı kuvvetleri karşı saldırıyı başlattılar. 30 Ekim 1688'de Çelebi İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri Eğriboz zaferini kazandılar. 1689 yılı yazında Sultan İkinci Süleyman, Avusturya seferine çıktı.

Sadrazam Köprülü Fazıl Mustafa Paşa komutasındaki yenilenmiş Osmanlı kuvvetleri, 8 Temmuz 1690'da Gladova ve Orsova'yı geri aldılar. Kanije 11 Temmuz 1690'da düşman eline geçtiyse de, Osmanlı kuvvetleri 8 Ekim 1690'da Belgrad'ı geri almayı başardılar. Böylece Tuna Hattı yeniden kurulmuş oldu.

CERBE SAVAŞI

CERBE SAVAŞI

Turgut Reis'in İspanyollar'ın elinde bulunan Cerbe adasını kuşatması üzerine, Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyollara yardıma geldi. Yapılan Cerbe Deniz Savaşında büyük bir zafer kazanıldı. Cerbe Osmanlılara geçti (1559).

KIRIM'IN FETHİ

KIRIM'IN FETHİ

Fatih Sultan Mehmed, Karadeniz'e de hakim olmak istiyordu. Venedik ve Cenevizlilerin İslam dünyasının aleyhine yaptıkları esir ticaretini önlemek, İstanbul'a gelen ticari malların taşınmasında esas rolü oynayan Kırım sahillerini ele geçirmek, Karadeniz'i bir Türk Gölü haline getirmek amacıyla hareket eden Fatih, işe 1459'da Amasra'yı fethederek başladı.

1460'da Candaroğulları Beyliği'ne son verildi. 1461'de Trabzon'un, 1475'de de Kırım'ın fethiyle Karadeniz bir Türk gölü haline geldi.

Bu sayede Karedeniz'deki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpekyolu'nun tüm denetimi Osmanlı Devleti'ne geçti.

BELGRAD'IN FETHİ

BELGRAD'IN FETHİ

Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (Almanya) idi. Almanya İmparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı İkinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu.

Fatih Sultan Mehmed, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi.

Belgrad'ın fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk fethidir.

Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a Darü'l-cihad" denildi.

II. KOSOVA SAVAŞI 1451

II. KOSOVA SAVAŞI

İkinci Kosova Meydan Muharebesi (1472-1451): Türklerin Avrupa'daki, ilerleyişini durdurmak için, Hrıstiyan devlet ve milletler, her mağlubiyetin ardından yeni ittifaklar kuruyorlardı. Osmanlı Sultanı İkinci Murad Han (1421-1451) devrinde, 1444'deki Varna mağlubiyetinin öcünü almak hissiyle, Macar Kral Naibi Hunyadi Yanus, Almanya, Polonya, Romanya ve diğer ülkelerden doksan bin kişilik ordu topladı. 1448'de Osmanlı Devleti'ne tabi Sırbistan'a giren Hunyadi Yanus'un kumandasındaki müttefik kuvvetlerin, buraları işgal haberi üzerine, İkinci Sultan Murad Han, süratle harekete geçti. Anadolu'daki Karamanoğulları Beyliğinden ve Sırbistan'dan yardımcı kuvvetler alan Sultan Murad Han, Ekim 1448'de Kosova'da düşmanla karşılaştı. İki ordunun mevcudu da eşit durumda olmasına rağmen, Osmanlılar devrin en üstün ateşli silahlarına ve topa sahipti. Müttefik ordusu ağır zırhlı olup, çeşitli milletlerden meydana geliyordu. Türkler ise muharebe eğitim ve tecrübesi ile üstün taktik kabiliyet vasıfları yanında, sarsılmaz bir iman birliği içindeydiler. Sultan Murad Han, Türk-İslam an'anesi gereğince, muharebeden önce sulh teklif etti. Sulh, Haçlı taassubu ile red edilince, düşman ordusu hakkında bütün bilgileri değerlendirerek, harp nizamı alındı. Osmanlı ordusunun merkezinde İkinci Sultan Murad Han, sağ kolda Saruca Paşa, sol kolda, Dayı Karaca Paşa bulunuyordu. Öncü kuvvetler, Akıncı beylerinden Hızır Bey, İsa Bey, Turahan Bey, ihtiyat da Sinan Bey kumandasında toplanmıştı. Hunyadi Yanus'un kumandasındaki müttefik ordusunun sağında Macarlar, Sicilyalılar, sol kolda da Almanya, Polonya, Romanya kuvvetleri vardı.
17 Ekim 1448 tarihinde Hunyadi Yanus, zaferden emin bir şekilde taarruzla muharebeyi başlattı. Müttefik askerler, coşkuyla hucüm etmesine rağmen, Türkler karşısında birinci gün üstünlüğü sağlayamadılar. Türklerin geri çekileceğini uman Hunyadi Yanus, ikinci gün öğleyin başlatılan taaruz da neticesiz kalınca, gece baskınına teşebbüs etti fakat başarılı olamadı. Muharebenin üçüncü günü olan 19 Ekim sabahı başlayan taarruzda, Osmanlı ordusu, sahte ric'at taktiğini tatbik ederek, mukavemet etmeden geri çekildi. Sağ ve sol kollar açılarak, müttefiklere Osmanlı merkez kuvvetleri hedef tayin ettirildi. Türkler'in kaçtığını zanneden Haçlı ordusu zafer kazandık hissiyle şuursuzca merkez istikametine ilerledi. Merkezde safha safha geri alınırken, düşmanın iyice dağıldığı tespit edilince, karşı taarruza geçildi. Merkeze girmiş olan düşman kuvvetleri, yandan ve geriden sarıldı, iyice çevrildiğini anlayan Haçlılar, ümitsizce bir an karşılık verdiler ve kaçmaya başladılar. Önceden kaçanlar ve geri çekilenler dışında Haçlılar muharebe meydanında imha edildi.

İkinci Kosova Meydan Muharebesi neticesinde, Türklerin Balkanlar'dan atılamayacağı kesinleşince, Avrupalılar taarruzu bırakıp, müdafaaya geçtiler. Balkanlar'da başlatılan menfaat mücadelesi, hoşgörü ve adalet prensiplerini tatbik etme siyasetince Osmanlılar lehine neticelendi.

I.Kosova Savaşı

I. KOSOVA SAVAŞI

Birinci Kosova Meydan Muharebesi (1362-1389): Osmanlıların kuruluşundan itibaren kuvvetlenmesi, Avrupa kıtasında fetihlerde bulunması, buradaki devletleri endişeye sevketti. Tek başlarına karşı koyamayacaklarını anlayan bu devletler, ittifak halinde harekete karar verdiler ve anlaştılar. Sırp Kralı Lazar ile Bosna Kralı Tvartko ve Arnavud Prensi Jorj Kastriyota öncülüğünde; Bulgar, Arnavud, Ulah, Sırp Prensleri de ittifaka katıldılar. Hayati muharebe meydanlarında geçerek, İslam Dini'nin cihad emrini yerine getiren, Birinci Sultan Murad Han, Osmanlı Devleti aleyhine yapılan Hrıstiyan ittifakından, casuslar vasıtasıyla haberdar oldu. Gerekli tedbirleri yerinde ve zamanında alınmak suretiyle, düşmanın dikkatini çekmeden, planlı olarak harbe hazırlanıldı. Haçlı ittifakına karşı, Anadolu beyliklerinden yardımcı kuvvetler istenerek, gönüllüleri davet edildi. Balkanlar'daki ittifakı bozmak için, Vezir-i azam Çandarlızade Ali Paşa, otuzbin kişilik kuvvetle 1388'de, Bulgarları saf dışı ederek, Bulgaristan ve Mora işgal etti.
Türkler'i, Balkanlar'dan atmak için hazırlanan ittifaka karşı bütün hazırlıklarını tamamlayan Sultan Murad Han, Harp Meclisi'nin ardından, altmışbin kadar mevcutlu Osmanlı ordusu ile Anadolu beylikleri kuvvetleri ve gönüllü Müslümanlar ile 1389'da, Sırp Kralı Lazar'in merkezi olan Pristine istikametine hareket etti. Rumeli Akıncı kumandanı Gazi Evrenuz Bey ile Paşa Yiğit kumandasındakı Osmanlı öncü kuvvetleri, Kosova'da müttefik Haçlı kuvvetleriyle karşılaştılar. Osmanlı ordusunun, Balkanlar'da ilerlerken, geçtiği yerlerde yağma, tahribat yapmaması, İslami Hristiyanlara çok iyi tanıttı. İslamiyet hakkında bilgileri olmayan halk, hayretler içinde kaldılar. İdarecilerinden zulüm, eziyet, kötü muameleden başka bir şey görmeyen ahali, bundan sonraki seneler Türk idaresini arzu ve istekle beklediler ve benimsediler.

Muharebe öncesi toplanan harp divanında; istişareden sonra Sultan Murad-ı Hüdavendigar; kumandan ve hey'ete:

"-Cümleniz berhudar olasınız... Firasetinizi açıkça bildirdiniz.... Gayri hepimiz biliriz ki, zafer ancak Allahü tealanın yardımıyla gerçeklesir.... Küffar ordusu 'bizden fazladır. Fakat Müslüman mücahid kafirden secaatlidir... Beğlerim,, paşalarım, hadi göreyim sizi... Bu gece, asker evladcıklarımı hosça tutasınız... Onlara, Yüce Allah'ımıza dua etmelerini vaziyet edesiniz... Helallaşasınız. Ola ki yarın, çoğumuz cennette buluşuruz." hitabını yapıp, kendisi de mübarek Berat gecesi Kur'an-ı kerim okuduktan sonra harb meydanındaki çadırında, fırtına devam ederken, tarihe geçen su duayı Allahü tealadan niyaz etti:
"-Ya Rabbim! Bu fırtına, şu aciz Murad kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma. Onları bağışla... Allahım... Onlar ki buraya kadar, sadece Senin adını yüceltmek, İslam dinini kafirlere duyurmak için geldiler. Bu fırtına afetini, onların üzerinden def eyle... Senin şanına layik bir zafer kazanmalarını nasip eyle. Onlara öyle bir zafer kazandır ki, bütün Müslümanlar bayram ede..... Müslümanları mansur ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gününde şu Murad kulunu sana kurban olsun.... Önce beni gazi kıldın, sonra şehit et."

1389 yazında Kosava'da, düşmana karşı harp nizami alan Osmanlı ordusuna Sultan Murad Han kumanda edip, merkez kuvvetlerinin başındaydı. Vezir-i Azam Ali Paşa, Sultan'ın yanındaydı. Ordunun sağ kolunda Şehzade Bayezid, Rumeli Beylerbeyisi Kara Timurtaş Paşa, Akıncı Beyi Evrenuz Bey, sol kolda Karesi Sancakbeyi Yakup Beğ, Anadolu Beylerbeyi Saruca Paşa bulunuyor ve kumanda ediyordu. Merkez kuvvetlerinin önünde Yeniçeriler ve onların önünde de toplar vardı. Her kolun önüne biner okçu yerleştirildi. Haçlı ordusunun merkezinde bulunan Sırp despotu Lazar, birliklere komuta ediyordu. Sağ kola Lazar'in yeğeni ve damadı Brankoviç, sol kola Bosna Kralı Tvartka kumanda ediyordu. Düşman kuvvetleri Sırp, Bosna, Macar, Ulah, Arnavud, Leh ve Çeklerden meydana gelip, mevcudu Osmanlı kuvvetlerinden fazlaydı. Muharebe 9 Ağustos 1389 günü Haçlar'ın top atışıyla başladı. Türk ordusunun kahramanlığı ve harp planının mükemmelliği ve muvaffakiyetle tatbiki neticesinde, üstün Haçlı ordusu, sekiz saat içerisinde bozuldu. Sağ kalan Haçlı kuvvetleri geri çekilip, çareyi kaçmakta buldular. Muharebenin kazanılmasında ve düşmanı imha ve takip edilmesinde, Şehzade Bayezıd'ın büyük rolü oldu. Haçlı kumandanı Lazar ile oğlu, yüksek rütbeli kumandanlar ve mahiyyetleri esir edildiler. Murad Han, zaferden sonra devrin an'anesi gereğince, şükran ifadesiyle muharebe meydanında dolaşırken, Lazar'in damadı, yaralı Sırp asilzadelerinden Milos Obiliç'in halini sorarken şehit edildi. Sultan Murad-i Hüdavendigar'ın şehadetinden önceki vasiyyetinde, Bayezid Han, Osmanlı Sultanı oldu. ikiyüzbinlik Haçlı ordusunun kumandanları dahi öldürülüp, Kosova'da zafer kazanılması neticesinde; Osmanlı Devleti Balkanlar'a kesin olarak yerleşti ve Sırp Krallığı yıkılarak, Sirbistan, Türk hakimiyetine geçirildi. Bölgeye, Türk ve İslam nüfusu iskan edilerek, hakimiyet pekiştirildi.

ANKARA SAVAŞI - 1402

ANKARA SAVAŞI 1402

Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezıd ile Timur Han'nın 1402 senesinde Ankara'da yaptıkları muharebe. Yıldırım Bayezid Han; Niğbolu zaferiyle Rumeli'de Osmanlı hakimiyetini te'sis ettikten sonra, Anadolu'da birliği sağlamak için harekete geçti. Bu niyetle Aydın, Mentese, Karaman ve isfendiyaroğulları beyliklerine son verdi. Ancak bu beyliklerin başındaki beyler, Asya'da kuvvetli bir devlet kurup, batıya yönelen Timur Han'a sığındılar. Aynı şekilde Timur Han'nın hükümdarlığına son verdiği Karakoyunlu beyi Kara Yusuf ile Tebriz hükümdarı Ahmed Bey de Yıldırım Bayezid'e sığınmış, Erzincan beyi Mutahharten de akrabalarını Yıldırım Bayezid'e göndererek yardım istemişti. Timur Han'a sığınan Anadolu beyleri, Osmanlı sultanı hakkında; Timur Han'nın önünden kaçan beylerde Yıldırım Bayezid'e Timur'la ilgili olmadık şeyler söyleyip kötüleyerek, her iki müslüman Türk hükümdarının arasını açtılar, iki taraf da karşılıklı kendilerine sığınanları müdâfaa ettiler. Timur Han, Yıldırım Bayezid'e mektup göndererek kendisine sığınanların iadesini istedi. Bu mektuplarda her iki hükümdarın birbirlerine hakaret dolu sözlere yer verdikleri ilim adamları arasında kabul görmemektedir. Bu gün bilinen hakaret dolu mektupların sahte olduğu ispatlanmıştır. Yıldırım Bayezid, Timur Han'nın isteğini kabul etmeyince savaş kaçınılmaz oldu.

Timur Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine doğru harekete geçti. Bunu haber alan Yıldırım Bayezid de, İstanbul kuşatmasını kaldırarak, kuvvetlerini Bursa'da toplamaya başladı. Bursa'dan hareket eden Osmanlı ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne geldi. Bu sırada Timur Han Sivas'ı ele geçirmişdi. Onun, Sivas'da olduğunu haber alan Yıldırım Bayezid, ağırlıklarının bir kısmını Ankara'da bırakarak Akdağmadeni ve Kadışehri dağlık mıntıkasında mevzi almak istedi, iki ordunun öncü kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karşılaştılar ise de, Osmanlı sultanı Sivas ile Tokat arasındaki geçitleri tuttuğundan, burada muharebe yapmayı kendisi için tehlikeli gören Timur Han Kayseri'ye doğru yürüdü. Timur Han, Bayezid'i kendisine doğru çekmek istediyse de duruma vakıf olan Yıldırım Bayezid bu oyuna gelmedi ve yapacağı taarruzun zamanını bekledi.
Timur Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine doğru harekete geçti. Bunu haber alan Yıldırım Bayezid de, İstanbul kuşatmasını kaldırarak, kuvvetlerini Bursa'da toplamaya başladı. Bursa'dan hareket eden Osmanlı ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne geldi. Bu sırada Timur Han Sivas'ı ele geçirmişdi. Onun, Sivas'da olduğunu haber alan Yıldırım Bayezid, ağırlıklarının bir kısmını Ankara'da bırakarak Akdağmadeni ve Kadışehri dağlık mıntıkasında mevzi almak istedi, iki ordunun öncü kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karşılaştılar ise de, Osmanlı sultanı Sivas ile Tokat arasındaki geçitleri tuttuğundan, burada muharebe yapmayı kendisi için tehlikeli gören Timur Han Kayseri'ye doğru yürüdü. Timur Han, Bayezid'i kendisine doğru çekmek istediyse de duruma vakıf olan Yıldırım Bayezid bu oyuna gelmedi ve yapacağı taarruzun zamanını bekledi.

Timur Han Kırşehir üzerinden hızla Ankara önlerine gelerek kaleyi kuşattı. Kale muhafızı Yakub Bey, kaleyi şiddetle müdafaa etti. Timur Han Osmanlı ordusunun geleceğini tahmin ettiği yolu iyice tahkirn etti. Osmanlı ordusu ise onun hiç beklemediği taraftan ve tahmininden çok erken Ankara önlerine geldi.

Osmanlı ordusunun merkezinde sultan Yıldırım Bayezid bulunuyordu. Yanında sadrazam Çandarlizade Ali Paşa, Şehzade İsa, Mustafa ve Musa Çelebiler yer alıyordu. Sağ cenahta bulunan Anadolu birliklerine vezir Timurtaş Paşa, sol cenahta yer alan Rumeli birliklerine Şehzade Süleyman Şah kumanda ediyordu, ihtiyat kuvvetlerinin başında da Şehzade Mehmed Çelebi bulunuyordu. Sol cenahin ihtiyat kuvvetlerini, Sırbistan despotu ve Sultan'nın kayın biraderi Stefan Lazreviç'in kumandasında yirmi bine yakın zırhlı Sırp askeri meydana getiriyordu. Merkez ihtiyatında Karakoyunlular, sağ cenahin ihtiyatında Kara tatarlar denilen Türkleşmiş Moğollar yer alıyordu. Ayrıca Süleyman Şah'ın kumandasında akıncı kuvvetleri de vardı. Osmanlı askerinin sayısı yetmiş binden fazla idi.
Osmanlı ordusunun merkezinde sultan Yıldırım Bayezid bulunuyordu. Yanında sadrazam Çandarlizade Ali Paşa, Şehzade İsa, Mustafa ve Musa Çelebiler yer alıyordu. Sağ cenahta bulunan Anadolu birliklerine vezir Timurtaş Paşa, sol cenahta yer alan Rumeli birliklerine Şehzade Süleyman Şah kumanda ediyordu, ihtiyat kuvvetlerinin başında da Şehzade Mehmed Çelebi bulunuyordu. Sol cenahin ihtiyat kuvvetlerini, Sırbistan despotu ve Sultan'nın kayın biraderi Stefan Lazreviç'in kumandasında yirmi bine yakın zırhlı Sırp askeri meydana getiriyordu. Merkez ihtiyatında Karakoyunlular, sağ cenahin ihtiyatında Kara tatarlar denilen Türkleşmiş Moğollar yer alıyordu. Ayrıca Süleyman Şah'ın kumandasında akıncı kuvvetleri de vardı. Osmanlı askerinin sayısı yetmiş binden fazla idi.

Timur Han, ordusunun merkezinde yer almıştı. Torunu Muhammed Mirza, zırhlı ve atlı olan Maveraünnehr askeri ile ihtiyatta idi. Diğer torunları Pir Muhammed ve İskender Mirza, Muhammed Mirza'nın yanında yer alıyorlardı. Sağ cenaha üçüncü oğlu Miransah, sol cenaha ise dördüncü oğlu Sahruh Mirza kumanda ediyordu. Zırhlı otuz iki fil, ordunun önünde dizilmişti. İkiye ayrılmış olan merkez kuvvetlerin sağ tarafına Timur Han'nın ikinci oğlu Ömer Seyh Mirza, sol tarafına ise Emir Celal islam kumanda ediyordu. Akkoyunlu sultanı Osman Bey ile Emir Cihan Sah'ın tümenleri sağ cenahin önünde yeralmıştı. Mutahharten Bey Karamanoğlu, Aydınoğlu, Menteşeoğlu, Germiyanoğlu, Saruhanoğlu ve Candaroğlu, sağ cenahta yer almışlardı. Çağatay sultanı Mahmud Han, Timur'un yanında idi.

Muharebe günü sabah namazından sonra Yıldırım Bayezid, askerlerine veciz bir hitabede bulundu. Fakat karşı taraf da sünni müslüman ve Türk olduğu için, askerin, hristiyan ordularına karşı gösterdiği başarıyı gösteremiyeceği ortada idi.

İki ordu, Ankara'nın kuzey doğusundaki Çubuk ovasında 28 Temmuz 1402 tarihinde karşılaştı. Burada, o devrin en büyük kumandanlarından ikisi arasında tarihin en büyük savaşlarından biri oldu. Fil görmemiş Osmanlı atları ürktü. Osmanlı ordusundaki Kara tatarların aniden Timur tarafına geçip, Rumeli sipahilerinin arkasından ok atmaya başlamaları, Osmanlının taarruz gücünü kırdı. Bu sırada Osmanlı ordusundaki Karaman, Candar, Germiyan, Aydin, Mentese ve Saruhanli sipahileri karşı tarafta bayrak açmış olan beylerini görünce, Timur Han'ın tarafına geçtiler. Yıldırım Bayezid'in yanında az bir asker kaldı. Osmanlı ordusunun bir kısmı geri çekildi. Kara Timurtaş ve Firuz Paşalar, birlikleri tamamen bozuluncaya kadar dayandılar. Yıldırım Bayezid gün batarken üç bin kişi ile Çataltepe'de muharebeye devam ediyordu. Burada süren üç saatlik vuruşmadan sonra mağlubiyeti anlayınca etrafındaki askerleri yararak kurtulmak istedi. Yıldırım Bayezid'in atı yaralanınca oğlu ile beraber Çağatay hanı sultan Mahmud Han'ın kumanda ettiği birlik tarafından esir alındı.

Timur Han kendisini iyi karşıladı ve tesellide bulundu. Bir Osmanlı padişahına yarşır şekilde, izzet ve ikramda bulundu. Timur'un, Yıldırım Bayezid'e iyi davranmadığı iddiaları uydurmadır. Ancak esaret zilletini çekemeyen Yıldırım Bayezid Han, kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefat etti. Timur Han ölüm haberini alınca; "Yazık oldu, büyük bir mücahid kaybettik" demekten kendini alamadı.

Ankara savaşı ortaçağın en büyük meydan muharebesidir. İki yüz binden fazla Türk askeri birbiri ile savaşmıştır. Anadolu topraklarında iki müslüman devlet arasında yapılmış olan büyük meydan muharebelerindendir. Ankara savaşının önemli neticeleri arasında; Anadolu Türk birliğinin parçalanması, Bizans ve İstanbul fethinin elli yıl daha uzaması ve Osmanlı Devleti'nin gelişmesinin en azından yarım asırdan daha fazla gecikmesi sayılabilir.

Timur Han, Ankara savaşında kırk bine yakın zayiat vermiştir. Halbuki o bu muharebeye kadar altı binden fazla kayıp vermemişti. Buna Osmanlı ordusundaki sevk ve idarenin mükemmeliyeti sebeb olmuştur. Bazı tarihçiler, Yıldırım Bayezid ile harb ettiği için Timur Han'ı haksız olarak kötülemekte, harp sahasında olanları, zulüm ve ortalığı kana boyamak şeklinde bildirmektedir. Halbuki bunun iki devlet arasında bir hakimiyet savaşı olduğu unutulmamalı, bu savaş tarafsız ele alınıp değerlendirilmelidir.