25 Nisan 2009

1-Hz. Ebubekir Dönemi

1-Hz. Ebubekir Dönemi

Hz. Muhammed'in ölümü üzerine Hz. Ebubekir 632 yılında halife seçildi.
Bu arada Arabistan'da bazı kabileler dinden dönmüş,Yemen'de de yalacı peygamberler ortaya çıkmıştı.
Halid Bin Velid komutasındaki İslma ordusu Yemen'e gönderilerek yalancı peygamberler ortadan kaldırıldı.
Başka bir İslam ordusu Irak ve Suriye üzerine gönderildi.
634 yılında yapılan Yermuk Savaşı ile Bizans orduları yenildi ve Suriye kapıları Müslümanlar'a açıldı.
Hz. Ebubekirdöndeminde Kur'an-ı Kerim'in ayetleri toplandı ve bir kitap haline getirildi.
Hz. Ebubekir 634 yılında hastalandı ve 63 yaşında vefat etti.
UYARI : Hz. Muhammed'in yaymış olduğu İslamiyet, Hz. Ebubekir döneminde iyice kökleşmiştir.

Hz. Muhammed Dönemi

Hz. Muhammed Dönemi

Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke’de doğdu. Babası Abdullah o doğmadan iki ay kadar önce vefat etmişti. Annesi Amine’dir.
Önce dedesi Abdülmuttalip, o ölünce amcası Ebu Talip’le yaşadı.
Hz. Muhammed, gençliğinde dürüstlüğünden dolayı Emin olarak adlandırıldı.
Çobanlık, ardından amcası Ebu Talip’le ticaret yaptı.
Yoksullara yardım eden Hılfü’l Fudul adlı yardım kuruluşunda görev aldı.
Kâbe’nin tamiri sırasında Araplar arasında sorun olan Hacerü’l Esved taşının yerleştirilmesi konusunda Kâbe Hakemliği yaptı.
25 yaşında iken 40 yaşında olan Hz. Hatice evlendi.
610 yılında Hira mağarasında peygamberlikle görevlendirildi.
İlk olarak; eşi Hatice, evlatlığı Zeyd, amcasının oğlu Ali ve dostu Ebu Bekir onun peygambeliğine inandılar.
Kureyş soyluları ticarete, tefeciliğe ve köleciliğe da­yanan bir düzen kurmuşlardır. Hz. Muhammed eşitliğe dayanan İslamiyeti tanıtmaya baş­ladığında Kureyşliler büyük tepki gösterdiler. Çünkü bu yeni din Kureyş soylu­larının egemenliğini sona erdire­cekti.
Putperest Mekkeliler Müslümanlara baskılarını arttı­rınca, Müslümanlardan bir grup Hristiyan Habeş Krallığı­'na sığınmak zorunda kaldılar.

Hicret (622)
Putperestler Hz. Muhammed'i öldürerek islamiyeti tamamen kaldırmak istediler. Bunun üzerine Hz. Mu­hammed Medine’ye göç etti. Hz. Muhammed'in Medine'yi seçmesinin nedeni Medinelilerin "Akabe Biat­ları" deni­len olaylarla İslamiyeti benimsemeleri ve Hz. Muham­med'i Medine"ye davet etmeleridir.
Hz. Muhammed adalet, yönetim, ekonomi, askerlik konularıyla ilgili yasalar hazırladı. Ayrıca yahudilerle ilgili ilişkileri düzenleyen anlaşmalar yaptı. Bu çalışmalarıyla İslam tarihinde "Medine Sözleşmesi" denilen bir belge or­taya çıktı. Böylece Hz. Muhammed islam Devleti’nin ilk temel­lerini atmış oldu.

Hz. Muhammed'in Savaşları ve Seferleri
Bedir Savaşı (624)
Nedenleri:
Mekke'den Medine'ye göç etmek zorunda bıraktırı­lan Müslümanların mallarına putperestlerin el koyması,
Hz. Muhammed'in bir Mekke kervanına el koya­rak Mekkelileri ekonomik yönden zayıflatmak istemesi.
Müslümanlar Mekke'ye giden bir Kureyş kervanına el koydular. Çıkan savaşta Mekkelileri yenilgiye uğrattılar. Müslümanlar ilk zaferle­rini kazandılar. Ganimetlerin 1/5'i hazineye ayrıldı. Diğerleri askerler arasıda paylaştırıldı. Bu uygulama sonraki İslam devletleri tarafından da be­nimsendi.

Uhud Savaşı (625):
Nedenleri:
Mekkeli putperestlerin Bedir yenilgisine karşı Müslümanların Medine yakınlarındaki tarım alanlarını tahrip etmeleri.
Hz. Muhammedin, Mekkelilerin yaptığı zarara karşılık bir Mekke kervanının alınmasını kararlaştırması.
Müslümanlar bir Mekke kervanını ele geçirdiler. An­cak müslümanların ganimet elde etmek için savaş disip­linini bozmaları yenilmelerine neden olmuştur.

Hendek Savaşı (627)
Nedeni: Mekkeli putperestle­rin Müslümanlara kesin bir darbe vurmak istemeleri.
Müslümanlar başarılı bir sa­vunma savaşı yaptılar. Putperestler bir daha saldırıya geçmediler. Müslümanlar taarruz, Mekkeliler ise savunma konumuna geçtiler.

Hudeybiye Anlaşması (628):
Hz. Muhammed Müslümanlar için namaz yönü ola­rak seçilen Kâbeyi zi­ya­ret kararı aldı. Putperestler savaş hazırlığına girişti. Hz. Muhammed, amaçlarının savaş değil barış olduğunu bildirdi. Bunun üzerine anlaşma yapıldı.
Buna göre;
Müslümanlar ertesi yıl Mekkeyi (Kâbeyi) ziyaret edebilecek.
Mekkede İslâmiyeti seçenler Medineye alınmaya­cak.
Taraflar on yıl savaşmayacak.
Yukarıdaki anlaşma şartları görünüşte Müslümanla­rın aleyhinde olmuştur. Ancak giderek so­nuçta Müslü­manların lehine olmuştur. Çünkü müslüman­ların Mek­kede sayısı artmıştır.
Antlaşmanın Önemi
Anlaşmanın imzalanmasıyla putperestler Müslüman­ları resmen tanımış oldular.
Mekkede Müslümanlar için bir huzur ortamı oluşmaya başlamıştır.

Hayber Savaşı (629):
Nedenleri:
Uhud Savaşı’ndan sonra Medine'deki Yahudilerin putperestleri kışkırtmaları ve Müslümanların tepkileri üzerine Yahudilerin Haybere göç etmeleri.
Yahudilerin İslâm dinine karşı olmaları.

Hz. Muhammedin katıldığı bu seferde Müslümanlar Hayber kalesi ve çevresini aldı. Suriye–Şam ticaret yolu üzerindeki bu kalenin alınması müslümanlara ticari gelir sağladı. Yahudilerin muhalefeti bastırıldı.
Mu'te Savaşı (629):
Hz. Muhammed, kendi döne­mindeki hükümdarlara İslâmiyeti tanımaları için elçiler göndermişti. Bu sırada Gassanilere gönderilen elçi öl­dü­rüldü. Bu nedenle, sefer düzenlendi. Hz.Muhammed bu sefere katılmadı. Yapılan çatışmalarda Müslümanlar yenildi.

Mekkenin Fethi (630)
Nedeni: Mekkeli putperestle­rin Hudeybiye anlaşma­sını bozmalarıdır.
Müslümanlar büyük bir direnişle karşılaşmadan Mek­ke'yi fethettiler. Kâbedeki putlar kırıldı. Böylece İslâmiyet Hicaz'a yerleşti. Bu durum İslâmiyetin Arap Yarımada­sındaki yayılışını hızlandırdı.

Huneyn Savaşı (630)
Nedeni: Mekkenin fethi üze­rine bazı Mekkeli putpe­restler ile Hicazdaki diğer putpe­restlerin ordu kurmasıdır.
Müslümanlar putperest ordusunu yenilgiye uğrattı.

Taif Kuşatması (630)
Nedeni: Taiflilerin islâm dinine büyük tepki göster­me­si.
Hz. Muhammedin katıldığı seferde Taif şehri kuşa­tıldı, ancak alınamadı. Taifliler İslamiyete tepki göster­meyeceklerini belirtince kuşatma kaldırılmıştır. Böylece putperestlerin Hicaz'daki son direnişleri de kırıldı.

Tebük Seferi (631)
Nedeni: Bizans Kralının İslâmiyetin yayılmasını ön­lemek amacıyla sefer düzen­lediği haberinin gelmesi.
Arabistanın kuzeyindeki Tebük'e gelindiğinde habe­rin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Bu sefer sonunda İslâ­miyet, Arabistanın kuzeyine tanıtılmaya başlandı.

Hz. Muhammedin Veda Hutbesi ve Vefatı (632):
Hz. Muhammed veda haccı olarak nitelenen Mek­ke'yi son ziyaretinde verdiği hutbede bütün müslü­manla­rın kardeş olduğunu, ırk ayrımına gerek olmadı­ğını, ka­dınlara ve çocuklara değer verilmesi gerektiğini bildir­miştir.

İSLÂMİYET’İN DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İSLÂMİYET’İN DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

1. Asya
Siyasî Durum
Bizans İmparatorluğu (395-1453)
Kavimler göçü sonucu, Roma İmparatorluğu, bütünlüğünü koruyamayarak 395' te Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmış, Batı Roma İmparatorluğu 476 'da yıkılmıştır.
Batı Roma'nın devamı kabul edilen Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, Helenizm kültürünü benimsemiş, Ortodoks mezhebinden oldukları için de, Katolik Avrupa ile bağları zayıf olmuştur.
İmparatorluk en güçlü devrini "Jüstinyen" hanedanı zamanında (518-610) yaşamıştır.


Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır, Kartaca, İspanya'nın bir bölümü, İtalya yarımadası, Dalmaçya kıyıları ve Tuna'ya kadar Balkan toprakları bu dönemde Bizans sınırları içinde idi.
Bizans İmparatorluğu, Herakliyus hanedanı zamanında (610-717) doğuda Sasaniler, güneyde Müslüman Arap'larla, batı'da Türk Avarlarla mücadele ettiler.
Bizans imparatorluğu, sınırları çok geniş alana yayıldığı için değişik uluslardan oluşmaktaydı.
Toplumsal birliğin sağlanmasında en önemli unsur, Helenizm kültürü ile Hıristiyanlık dini idi.
İmparatorlar ülkenin mutlak egemeniydi. Ortodoks Kilisesi bile imparatorluğun emri altında bulunuyordu.
Bizans imparatorluğu'nda tahtın babadan oğula, kardeşten kardeşe geçmesi gibi düzenli bir sistem yoktu. Bu durum sürekli taht kavgalarına ve iç çatışmalara neden olmuştur.
Bizans toplumu; soylular, din adamları, askerler ve köylüler olarak dört ana sınıftan oluşmuştur.
Tarımın dışında en önemli etkinlik ticarettir. İpek ve Baharat yolları, önemli ticari kazançlar sağlamıştır.

Sasaniler
İran'da kurulmuştur. Kurucuları Babek ve oğlu Ardeşir'dir.
Başkentleri, Medain'dir.
Sasanîler, ipek yolunun egemenliği için Akhunlara karşı Göktürklerle işbirliği yaptılar.
Ancak ipek yolunu ele geçiren Göktürklerin Bizans'la ittifak yapmaları üzerine oldukça yıprandılar.
Hz. Ömer döneminde Kadisiye (635) ve Nihavend (642) savaşlarını kaybeden Sasanîler yıkıldılar.
Sasanî ekonomisi, büyük ölçüde savaş ve yağma düzenine dayanmıştır.
Doğu ticaret yolları üzerinde bulunmaları ve Hint ticaret yolunu ele geçirmeleri de ekonomik yönden gelişmelerini sağlayan etkenlerdir.

Göktürkler
552'de Bumin Kağan tarafından kurulan I. Göktürk Devleti, 581'de Çin'in siyasi oyunlarıyla Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmış ve her ikisi de bir süre sonra Çin'in egemenliğini kabul etmiştir.
Kutluk tarafından 681'de kurulan II. Göktürk devletine de Uygur-Basmil-Karluk Türkleri son verdiler.
Göktürklerde ekonominin temeli hayvancılığa dayanmaktaydı. Uygun olan topraklarda tarım da yapılmıştır.
Göçebe yaşam ağırlıklıdır.

Hindistan
Hindistan, Asya'nın güneyinde büyük bir yarımadadır.
Çeşitli kavimlerin istilasına uğradığı için Hindistan'da siyasî bir birlik kurulamamıştır.
Kast sistemi; toplumsal, siyasî ve dinî düzenin temelini oluşturuyordu. Bu sistemde halk, sınıflara ayrılmıştı:
Brahmanlar; Din adamları
Kshatriyalar (Kşatriyalar) : Hükümdarlar, komutanlar ve askerler
Vaisyalar (Vaizyalar) : Sanatkârlar, tüccarlar ve çiftçiler
Sudralar: İşçiler
Paryalar: Ayrıca bu dört sınıfın dışında olan ve hiçbir hakka sahip olmayan sınıftır.

Hindistan'da ilk kez Guptalar (320-550) siyasî birliği sağlamıştır. Gupta Devleti'nin varlığı Hunlar tarafından sona erdirilmiştir.
Hindistan'da ekonominin temeli, tarım ve ticarete dayanırdı. Tarihî Baharat Yolu'nun Hindistan'dan başlayarak Akdeniz limanlarına ve oradan da Avrupa pazarlarına ulaşması bu ülkeyi zenginleştirdi.
Hindistan'ın, Arabistan ve Çin ile canlı bir ticarî bağlantısı vardı.

Çin
Çin'de feodal bir yapı bulunmaktadır.
Yönetimde hanedanların egemenliği vardır.
Egemen sınıf soylulardır.
Çin'in tarihi yontma taş devrine kadar uzanmaktadır.
İpek yolu, Türklerle Çinlileri karşı karşıya getirmiştir.
Geniş ve verimli topraklarda tarım önemli etkinliktir.
En önemli ekonomik kazancı İpek Yolu'ndan sağlamışlardır.

Japonya
Japonya, Çin uygarlığının etkisinde kalmıştır.
Güçlü bir merkezî yönetimin olmayışı, derebeylik sisteminin doğmasına neden olmuştur.
İslâmiyet’in ortaya çıktığı 6. yüzyıl başlarında Japonya, bulunduğu bölgede siyasî ve ekonomik yönden gelişmemiş bir ülkedir.
Japon ekonomisi tarıma ve özellikle de pirinç üretimine dayanırdı. Ayrıca balıkçılık da halkın önemli bir geçim kaynağını oluştururdu.

Din ve İnanış
Bizans İmparatorluğu
Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olup, merkezleri İstanbul'du. Ortodoksların liderine "Patrik" denilir.
Bizans, siyasi ve sosyal karmaşaların yanında, Ortodoks mezhebi, içindeki görüş ayrılıklarından dolayı dinî karmaşalar da yaşamaktaydı.

Sasaniler
İran (Sasani) devletinde Zerdüştlük dini hâkimdi. Bu dine göre iyilik ve kötülük tanrısı olmak üzere iki tane tanrı vardı.
İyilik tanrısı "Ahuramazda" (Hürmüz), kötülük tanrısı "Angramanyu" (Ehrimen) arasında sürekli bir mücadele vardır. İyilik yapanlar öldüklerinde ışık dünyasına, kötülük yapanlar karanlık dünyasına giderlerdi. Bunun için aydınlık ve ışığa değer vermişler, ateş'i kutsal kabul etmişlerdir.
İyilik tanrısına destek olmak için sürekli olarak bir ateş yakılırdı. Bu ateşin yakıldığı yere ateşgede denirdi. Bundan dolayı Zerdüştler'e ateşe tapan anlamında Mecusi de denilmiştir.
5.yy.da Mazdek tarafından Mazdekizm ortaya çıkarılmıştır. Mazdekizm, Zerdüşt öğretisine dayanır, toplumsal, siyâsî ve ahlâkî ilkeleri ön plana çıkarmıştır.

Göktürkler
İslam öncesi Türklerde Gök-Tanrı inancı hâkimdi. Gök'ün onyedi, yerin altının ise yedi kattan oluştuğuna inanırlardı. Bu ikisinin arasında insanların yaşadığı yeryüzü bulunurdu. Gök-Tanrı inancı İslam dininin Allah inancı ile ortak özellikler taşıyordu. Bu ortak yön Türklerin İslam dinine girmelerini kolaylaştırmıştır. Bazı kutsal saydıkları yerlerde Tanrı'ya dua edip, kurban kesmişlerdir.
Din görevlilerine Şaman, kam, baksı gibi ünvanlar vermişlerdir.

Hindistan
Hindistan'da Hinduizm dini egemendi.
Hinduizm’de en temel ve kutsal metinler Veda'lardır. Kast sistemini benimseyen Hinduizmde en üst mevkide Brahman denilen din adamları bulunurdu.

Brahmanizm'e göre bir insanın, yaşamındaki iyi ve kötü hareketlerine göre ruhu rahat eder ya da sıkıntı çekerdi. Ruhun rahat etmesi için insanın aşırı isteklerinden vazgeçmesi ve yalnızlığa çekilmesi gerekir.
Hinduizm'in katı kast sistemine ve Brahman sınıfının otoritesine bir tepki olarak Budizm doğmuştur.
Felsefi bir düşünce olan Budizm; Çin'de, Tibet'te ve Japonya'da yayılmıştır.
Budizm'in kurucusu Budha'dır. Buda'ya göre; iyilik yapılmalı, kötülükten kaçınılmalı dünya nimetlerine istek duyulmamalıdır. Bunları yapan insan sonsun huzura kavuşur ve "Nirvana" ya ulaşır.
Nirvana'ya ulaşmak; dünyevî isteklerden kin, nefret ve tutkulardan uzaklaşmaktır.
Budizm'de tanrı kavramı yoktur. Bu inanışın din ile ilgili törenleri kaldırarak yerine ahlakî görevler koyması Brahmanların etkisini azaltmıştır. Sınıf farklılıklarını ortadan kaldırarak herkesi Nirvana'ya çağırması da kast örgütünü temelden sarsmıştır.
Budizm'in temelinde, iyilik duygusunun yanı sıra yardım, sevgi, doğruluk, dürüstlük gibi ilkeler vardır.

Çin
İslamiyet'in doğuşu sırasında Çin'de Taoizm, Konfüçyizm ve Budizm yaygın olan dinlerdir.
Tao dini, Lao-Tzu (Lav Dzı) adındaki bir filozof ve din adamı tarafından ortaya atılan düşüncelerden doğmuştur. Lau-Tzu'ya göre, "evren bir yaratıcının eseridir; o da Tao'dur." Tao, evrenin "yolu, düzeni, yasası" anlamına da gelir. İnsanın somutlaştırdığı ya da yaşama geçirdiği bilgelik yolu da Tao'ya yönelmekle olur. Tao'nun yoluna yönelen bilge kişi onunla birlik ve uyum içinde olmak durumundadır. Konfüçyüs, Çin'de yetişen filozof ve din adamlarından biridir. Çin'in karışıklık içinde bulunduğu bir dönemde, yeni bir ahlakî düşünce ortaya atarak kötülükleri önlemeye çalışmıştır, Ortaya koyduğu siyasî, toplumsal ve ahlakî düşünceler, Çin uygarlığının gelişmesinde önemli rol oynamıştır. İnsanların eşitliğine inanan Konfüçyüs'e göre devlet yönetimi ile ahlak özdeşleşmelidir. Devlet ahlak kurallarına uyularak yönetilirse amacını gerçekleştirebilir. Kişiler erdemli olmak ve dürüst yaşamak zorundadırlar. Ancak bu yolla huzura ve mutluluğa ulaşılır. Hindistan'da ortaya çıkan Budizm, 6.yüzyıldan itibaren Çin'de yayılmaya başlamış ve bu ülkenin dinsel yaşamında etkili olmuştur.

Japonya
Çin ile ilişkileri sonucunda Japonya'da Taoizm, Konfüç-yizm ve Budizm benimsenmiştir. Japonların ulusal dinleri, "Tanrıların Yolu" anlamına gelen Şintoizm’di.
Şintoizm; ulusal, çok tanrılı ve diğer dinlere tepki göstermeyen bir dindir. Doğa güçlerine ve ruhlara tapınma inancı, bu dinin en belirgin özelliğidir.

2. Avrupa
a. Siyâsî Durum
Kavimler göçü sonrası Avrupa'da krallıklar güçlerini kaybettiler. Soyluların güç kazanmalarıyla birlikte tüm ortaçağ boyunca Avrupa'da etkili olacak olan siyasi yönetim biçimi "Feodalite (Derebeylik)" ortaya çıktı.
Toplumsal eşitsizlik üzerine kurulan bu düzen içinde halk, farklı toplumsal sınıflara ayrılmıştır:
Soylular (Senyörler): Soylular, oturdukları toprakların sahibiydiler. Her türlü hakka sahip olan ve şatolarda oturan soylular, yönetim ve askerlik işleri ile ilgilenirlerdi. Soyluluk babadan oğula geçerdi. Soyluların en üstünde senyör denilen derebeyler yer alırdı. Senyörlerin en büyüğü kral idi. Bundan sonra sırasıyla dük, kont, baron ve şövalyeler gelirdi.
Rahipler; Rahipler, kiliselerin sahip olduğu toprakların geliriyle rahat bir yaşam sürerlerdi. Dinin toplum üzerindeki etkilerinden dolayı halk üzerinde söz sahibi idiler.
Burjuvalar: Ticaret ve sanatla uğraşırlardı. Bağlı bulundukları derebeylerine vergi verirlerdi.
Köylüler: Bunlar ikiye ayrılırlardı:
a. Özgür Köylüler: Üzerinde yaşadıkları toprakları, istedikleri gibi ekip biçme hakkına sahip olup bağlı oldukları soyluya, vergi vermek zorundaydılar. Ayrıca topraklarını satabilme, çocuklarına bırakma hakları vardı.
b. Serfler (Köle Köylüler); Hiçbir hakka sahip değildiler. Soyluların malı sayılırlardı. Toprakla birlikte alınır ve satılırlardı.
Orta Çağ boyunca Avrupa'da zenginlik kaynağı topraktı. Bu nedenle geri, kapalı bir ekonomik yapı görülür.

b. Din ve İnanış
Bizans Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemişti. Ortodoksların dini liderine Patrik denirdi.
Patrik, İstanbul da otururdu.
Hıristiyanlığın diğer büyük mezhebi Katolik mezhebidir.
Dini liderlerine Papa denirdi.
Papa, Roma şehrinde otururdu. Papaların çok büyük bir etkinliği vardı. Bazen krallardan bile fazla itibar görürlerdi.
Çünkü Papa'nın Aforoz, Enterdİ ve Endülüjans adı verilen yetkileri vardı.
Aforoz: Bir kişinin Hıristiyanlık dininden çıkarılmasıdır.
Enterdİ: Bir ülkenin Papa tarafından bütün bir halde cezalandırılması.
Endülüjans: Hıristiyanların günahlarından kurtulmak için Papa'dan aldıkları günahtan kurtulma, af kâğıtlarıdır. Bu kâğıtlar Papa tarafından yüksek paralar karşılığı satılırdı.

3. Afrika
6. ve 7 yüzyıllarda Afrika kıtasının tamamı bilinmiyordu. Kuzey Afrika kıyılarıyla, Doğu Afrika kıyıları bilinmekteydi.
İslamiyet'in doğuşu sırasında Kuzey Afrika, Bizans'a bağlı ve Hıristiyanlığın etkisi altında bulunmaktaydı.
Habeşistan'da Aksum Devleti bulunmaktaydı.
Aksum Devleti, önceleri putperestti.
İmparator Ezana döneminde Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir.
İslâmiyet'in ilk yıllarında bir grup Müslüman, Mekkelilerin baskısı üzerine Habeşistan'a göç etmiştir.

İslâmiyet'ten Önce Arap Yarımadası

İslâmiyet'ten Önce Arap Yarımadası

a. Siyâsî Durum
Arabistan Asya kıtasının güney-batı ucunda yer alan büyük bir yarımadadır. Genellikle çöllerle kaplı bir alandır.
Arapların kökeni Sami ırkından gelmektedir. Samîler, Arap Yarımadası'nda yaşamışlar, zamanla buradan dağılarak İlk Çağdan bu yana Mezopotamya, Suriye, Filistin bölgelerinde etkin rol oynamışlardır.
Arabistan'da İslamiyet'ten önce kurulan devletlerin başlıcaları şunlardır:

1. Güney Arabistan Devletleri
A. Main Devleti (M.Ö. 1200 - 650): Yemen'de kurulan üç büyük devletten biridir. Başkenti, Main kentidir.
B. Saba Devleti (M.Ö. 950 - 115): Main Devleti'nin yıkılışından sonra Yemen'e, Sabalılar egemen olmuşlardır.
Başkentleri Ma'rib kentidir.
C. Himyerî Devleti (M.Ö. 115 - M.S. 525): Saba Devleti'nin yıkılışı ile güç kazandılar.

2. Kuzey Arabistan Devletleri:
A. Nabatîler : Nabatîler, Arabistan'ın kuzeybatısında M.Ö. 4.yy.da kurulmuştur. Başkenti Petra kentidir
B. Gassaniler : Yemen kökenli olup, Suriye'ye yerleşmişler ve Hıristiyanlaşmışlardır. Başkentleri Şam'dır.
C. Hire Arap Krallığı : Yemen kökenli olup, Irak'taki Hire kenti çevresine yerleşmişlerdir.
Bu dev­letler ekonomik kaynaklarının yetersizliğinden dolayı kuv­vetli bir devlet olamamışlardır.

b. Din ve İnanış
İslamiyet'ten önce, Arapların büyük çoğunluğu puta tapıcıydı. Her kabilenin kendine özgü putu bulunurdu. Kâbe, Araplarca kutsal sayılırdı. Burada Arap kabilelerinin putları bulunurdu. En önemli putları "Hübel-Lat-Menat-Uzza"dır. Araplar putları ziyaret için Kâbe’ye gelirler ve kurban keserlerdi. Ziyaret zamanlarında kabileler arası çatışmalar yapılmazdı. Bu nedenle bu zamana "Haram Ayları" denilmiştir. Puta tapıcılık yanında, Mecusilik (Zerdüştlük), Musevilik, Hristiyanlık gibi dinler de yaygındı. Ayrıca Hz.İbrahim'in dinine inananlar da vardı. Bunlara " Hanif " denilmiştir.

c. Sosyal ve Ekonomik Hayat
Arapların genel olarak yaşam biçimleri göçebe ve yerleşik olaraktı. Toplumsal yaşam kabile örgütlemesine dayan­mıştır.
Her Arap kabilesinin şeyh ya da seyyid denilen reisi vardır. Göçebe yaşam süren Araplara bedevi denilirdi.
Erkeğin egemen olduğu bir aile yapısı vardır. Çok eşli evlilikler yaygındı. Kadınların miras hakkı yoktu. Kabileler arasında rekabet ve kan davaları yaygındı. Çöl yaşamının zorluğu, su kaynaklarının azlığı, yiyecek sıkıntısı bu rekabet ve kavgaların sebepleridir. Hicaz bölgesinin en önemli ticaret merkezleri Mekke, Medine ve Taif'ti. Mekkeliler daha çok ticaretle, Medineliler ise daha çok tarımla uğraşmışlardır. Göçebelerin en önemli geçim kaynağı hayvancılık, yerleşiklerin ise tarım ve ticaret olmuştur.
Başlıca ekonomik faaliyetler kervancılık, tarım, keçi, at ve deve yetiştiriciliğiydi. Kervancılık Arabistan'ın güneyine gelen İpek ve Baharat Yollarına bağlı olarak ge­lişmiştir. Basra ve Yemen limanlarına gelen mallar ya­rımadanın kıyılarını takip eden ve kuzeye ulaşan yol­larla Suriye ve Mısır limanlarına götürülmüştür.
Mekke şehri Kızıldeniz kıyısındaki Hicaz bölge­sinde bulunmaktaydı. Mekke şehir devletinde idari ve ti­cari ya­pılar, Kureyş soylularının elindeydi. Bir aristokrasi kuran Kureyş soyluları ticarete ve köleciliğe dayanan po­litikalara önem verdiler.

ç. Dil ve Edebiyat
Araplar arasında iki tür yazı vardı. Himyeri ve Nebatlılara ait olan yazılardan, bugünkü Arap Alfabesinin kökeni Nebatlılara ait olanıdır. İslamiyet öncesi Araplar arasında hitabet ve şiir sanatları gelişmişti. Kâbe’yi ziyaret zamanlarında şairler yazmış oldukları şiirleri Suk-u’l Ukaz panayırında okurlardı. Düzenlenen şiir yarışmalarında kazanan eserler, Kâ-be’nin duvarlarına asılırdı. Bunlara Muallakat-ı Seb'a (Yedi Askı) denilirdi. En önemli şairleri İmr –ü’l-Kays’tı.

İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ

İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ

*Abdülhamit'ten sonra yönetimi ele alan İttihat ve Terakki ileri gelenleri de başarılı olamadılar.
*Trablus Savaşı (1911) ve Balkan Savaşı (1912) ile çok önemli kayıplar oldu.
*1914 yılında I. Dünya Savaşı başladı.
*İngiltere, Fransa ve Rusya birleştiler.
*Almanya, Macaristan ve İtalya'da ayrı bir grup kurdular.
*4 yıl süren bu savaşa zamanla başka devletler de katıldı.
*Osmanlı Devleti, savaşın ilk yıllarında tarafsız kaldı.
*Daha sonra devlet yönetimi Almanların kazanacağına inandıkları ve sempati duydukları için, Almanlarla bir dostluk anlaşması yaptılar.
*Osmanlılara sığınan iki Alman gemisi, Rus limanlarını bombalayınca, Osmanlılar kendilerini savaşın içinde buldular.
*Osmanlılar birçok cephede savaşa girdiler.
*Çanakkale Zaferi kazanıldı.
*Almanların teslim olmasıyla, Osmanlılar'da yenik sayıldılar.
*1918 yılında koşulları çok çok ağır olan "MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI"nı imzaladılar.

Böylece 600 yıldan fazla yaşayan koca imparatorluk, tarihe karışmış oldu.

II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ

II. ABDÜLHAMİT

*Bu dönemde; Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Meşrutiyetçilerin çalışmaları ile ilk Anayasa hazırlandı. Meşrutiyet kabul edildi (1876).
*Bir yıl sonra çeşitli siyasal gelişmelerin sonunda padişah meclisi kapattı.
*Abdülhamit, 1908'de kabul edilen II. Meşrutiyete kadar katı bir mutlakiyetçi düzen uyguladı.
*Bu dönemde yapılan anlaşmalar sonunda Balkanlarda, Ön Asya'da ve Kuzey Afrika'da büyük toprak kayıpları oldu.
*1909 yılında Harekat Ordusu İstanbul'a geldi ve Abdülhamit yönetimine son verdi.

ABDÜLAZİZ Dönemi

ABDÜLAZİZ

*1861 - 1867 yılları arasında padişahlık yaptı.
*Ülke ekonomik yönden çok hızlı geriledi.
*Devlet dış borçlara sarıldı.
*Fakat durum yine de kurtarılamadı.
*Yüksek faizle alınan borçlar ödenemeyecek duruma geldi.
*Bunlara ilaveten Orta Doğu'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar oldu.
*Yunan Devleti kuruldu.
*M. Ali Paşa Mısır'da ayaklandı.
*Fransızlar Cezayir'i aldı.
*Devlet tam bir çaresizlik içine girdi.

ABDÜLMECİT

ABDÜLMECİT

*II. Mahmut'tan sonra başa geçmiştir.
*1839 - 1861 yılları arasında padişahlık yapmıştır.
*Toplum ve devlet düzeninde önemli değişiklikleri sağlayan Tanzimat Fermanı gerçekleşti.
*Tanzimat Fermanı 1839'da ilan edildi.
*Tanzimat Fermanı'nda;

1.İmparatorluk içerisinde yaşayan herkesin can, mal ve namusunun korunması,
2.Mahkemede yargılanmadan kimseye ceza verilmemesi,
3.Vergilerin vatandaşın gelirine göre alınması,
4.Müslümanlarla Hırıstiyanların aynı haklara sahip olması gibi, ilkeler yer aldı.

*Bu fermanla "Tanzimat Dönemi" adıyla bir dönem başladı.
*Fakat çeşitli nedenlerle bu ferman da aranılan mutluluğu getirmedi.

II. MAHMUT Dönemi

II. MAHMUT

*Bu dönemin en ünlü padişahı II. Mahmut'tur.
*II. Mahmut döneminde birçok çağdaş yenilkler yapıldı.
*Devlet örgütü yeniden düzenlendi.
*Yeni üniversiteler açıldı.
*Devlet eliyle bir gazete yayımlandı.
*İlk nüfus sayımı yapıldı.
*Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. 1826

DAĞILMA DÖNEMİ

DAĞILMA DÖNEMİ

1792 - 1918

*Gerileme dönemindeki iyi niyetli çalışmalar dağılmayı önleyemedi.

Osmanlı-Fransız İlişkileri

Osmanlı-Fransız İlişkileri

*Fransa, Rusya'nın ve Avusturya'nın Osmanlı toprakları üzerinde yerleşmesini istemiyordu.
*Lale Devri'nde Osmanlı-Fransız dostluğu iyice arttı.
*I. Mahmut zamanında 1740 yılında imzalanan antlaşma ile Fransa'ya kapitülasyonlar verildi.
*1789 İhtilali ile Fransa'da başa geçen Drektuvar hükümeti döneminde Osmanlı-Fransız ilişkileri bozuldu.
*1789 yılında Napolyon Bonapart Mısır'ı işgal etti.
*Fransa ile 1801 yılında El-Ariş Mukavelesi imzalandı.

UYARI : Osmanlı devlet adamları, XVIII. yüzyılın sonlarında var olan topraklarını korumak için denge siyaseti izlemeye başlamıştır. Denge siyaseti, Avrupalı devletler arasındaki çıkar çatışmalarından faydalanarak toprak bütünlüğünün korunmasıdır.

*III. Selim Dönemi'nde ağırlık kazanmıştır. Öncelikle Akdenizdeki Osmanlı varlığını korumaya yönelik bir amaç izlenmiştir.

El-Ariş Mukavelesi (1801)

*Fransa ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı. Bu mukaveleye göre ;
1. Fransızlar Mısır'ı boşaltacaklar
2. İngilizler deniz yolu ile Fransız askerlerini ülkelerine gotüreceklerdir

Osmanlı-Avusturya, Rusya Savaşları, Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları (1787-1792)

Osmanlı-Avusturya, Rusya Savaşları, Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları (1787-1792)

Nedenleri : Rusya'nın, Aynalıkavak'a rağmen, Kırım'ın iç işlerine karışması ve 1783 yılında Kırım'ı işgal etmesi.

*Osmanlı Devleti, Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasını kabul etmedi ve 1787 yılında Rusya'ya savaş açtı.
*Kısa bir süre sonra Avusturya ile de savaşa girildi.
*1789'da Rusların Ozi Kalesi'ni alarak halkı kılıçtan geçirmesi üzerine I. Abdulhamit üzüntüden öldü.
*1789 yılında III. Selim tahta geçti.
*1789 yılında Fransız İhtilali oldu.
*Osmanlı Devleti Avusturya ile Ziştovi Rusya ile de Yaş Antlaşmasını imzaladı.

Ziştovi Antlaşması (1791)

*Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı.
*1. Avusturya, savaşta aldığı toprakları Osmanlı Devleti'ne geri verecektir.
*2. Orsova ve Unna Irmakları arasındaki topraklar Avusturya'ya bırakılacaktır.

Yaş Antlaşması (1792)

*Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı.
1. Kırım'ın Rusya'ya ait olduğu kabul edildi.
2. Dinyester Irmağı Rusya ve Osmanlı Devleti arasında sınır olarak kabul edildi.
3. Rusya, Boğazlar'dan geçip serbestçe ticaret yapabilecekti.

Kırım Olayı

Kırım Olayı

*Ruslar, Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra, Kırım'ı kendilerine bağlamak istediler.
*Ruslar 1778 yılında Kırım'a girerek, kendi yandaşı olan Şahin Giray'ı han seçtirdi.
*Osmanlı Devleti bu hanlığı onaylamadı.
*1779 tarihinde Fransa'nın devreye girmesi ile Rusya ile Aynalıkavak Tenkinamesi imzalandı.
UYARI : Böylece, Kırım Rusya'ya bağımlı hale getirildi. 1783'te Şahin Giray'la anlaşan II. Katerina, Kırım'ı Rus topraklarına kattı, Osmanlı Devleti bu olayı ancak protesto edebildi.

Osmanlı-Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Antlaşması (1768-1774)

Osmanlı-Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Antlaşması (1768-1774)

Nedenleri : Rusya'nın geleneksel Karadeniz'e inme, Boğazlardan geçerek sıcak denizlere açılma politikası.
*Bu politikanın sonucu olarak Rusya, 1768 'de Lehistan'ın iç işlerine karıştı.

*III. Mustafa, 1768'de Rusya'ya savaş ilan etti.
*Osmanlı ordusu birçok cephede yenilgiye uğradı.
*Rus donanması, 1770'te Çeşme'de Osmanlı donanmasını yaktı.
*1774 yılında III. Mustafa'nın yerine I. Abdülhamit tahta geçti.
*1774 yılında, Rusya ile Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı.

Küçük Kaynarca Antlaşması (1774)

*Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin o güne kadar imzaladığı en ağır koşullu antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin egemenlik hakları zedelenmiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin büyük devlet olma özelliği sona ermiş ayrıca Rusya, Akdenize inme politikasını gerçekleştirmiştir. Yine Rusya, ilk defa Osmanlıların iç işlerine karışma hakkını elde etmiş, Ortodoksları koruma görevi Rusya'ya geçmiştir.

Osmanlı-Rusya, Avusturya Savaşları ve Belgrat Antlaşmaları (1736-1739)

Osmanlı-Rusya, Avusturya Savaşları ve Belgrat Antlaşmaları (1736-1739)

Nedenleri :

1. Rusya'nın İran savaşları sırasında Kırım Hanı'nın İran'a gidişini engellemesi
2. Rusya'nın Lehistan'ın iç işlerine karışması
3. Avusturya ile Rusya arasında bağlaşma yapılması

*Osmanlı Devleti, 1736 yılında Rusya ve Avusturya ile savaşa girdi.
*1739 yılında, Avusturya ile Belgrat Antlaşması imzalandı.

UYARI : Belgrat Antlaşmaları'ndan sonra Avusturya ve Rusya aralarındaki bağlaşmayı yenileyip, Osmanlı Devletine bildirdiler. Buna karşılık Osmanlı Devleti İsveç'te bir bağlaşma yaparak Avusturya ve Rusya'ya bildirdi. Böylece, Batı'da uzun süren barış dönemi başladı.

*Rusya ile de Belgrat'ta ikinci bir antlaşma imzalandı.

Ahmet Paşa Antlaşması (1732)

Ahmet Paşa Antlaşması (1732)

*İran ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan bu antlaşma ile;
1. Gence, Tiflis ve Dağıstan Osmanlılarda kaldı.
2. Tebriz, Kirmanşah ve Hemedan Eyaletleri İran'a verildi.

Patrona Halil İsyanı

Patrona Halil İsyanı

*Lale Devri'nde Avrupa tarzında yapılan ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın kişiliği ile özdeşleştirilen ıslahatlar, ulemadan ve yeniçerilerden bir takım kişilerin çıkarlarına ters düşmüştü. Lale Devri ile birlikte artan Lüks yaşantı, fakir halkın tepkisine yol açmıştı.
*O yıllarda İran ile yapılan savaşlar da devam etmekteydi.
*Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın İran seferine gitmek istememesi, ona karşı olanlara bulunmaz bir fırsat vermiş, Bayezit Hamamı tellaklarından Patrona Halil ve Muslu Beşe ismindeki iki Arnavut önderliğinde bir grup 1730 yılında isyana başlamışlardı.
*Vergilerden şikayet eden halk ve İran Seferi'ne katılmak istemeyen Yeniçeriler de isyana katılınca, isyan giderek büyümüş, saraya giden asiler, padişah III. Ahmet'ten Damat İbrahim Paşa'nın kafasını istemişlerdi. Kendilerine teslim edilen Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı idam eden asiler, tekrar saraya yürüyerek, padişah III. Ahmet'i tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u geçirdiler. Bu isyanla Lale Devri sona ermiş oldu.

Osmanlı-İran Savaşları (1722-1746)

Osmanlı-İran Savaşları (1722-1746)

Nedenleri : Safavi Devleti'nin Sunni Müslümanları Şiiliğe zorlaması üzerine Kafkasya ve Azerbaycan'da bulunan Sunnilerin isyan ederek Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi.

*Sunnilerle İran arasında çıkan savaşı fırsat bilen I. Petro Kafkasya'ya girip, Bakü taraflarını işgal etti.
*Osmanlı Devleti, 1724'te Kafkasya'ya girdi.
*Fransa'nın araya girmesi ile İstanbul Antlaşması imzalandı.
*İran tahtına geçen Şah Tahmasb, Şahkulu'nunda desteğini alarak , tekrar Osmanlı üzerine yürüdü.
*1730 yılında İstanbul'da Patrona Halil İsyanı çıktı.
*İsyancılar III. Ahmet'i tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u tahta geçirdi.
*I. Mahmut Dönemi'nde İran ile 1732'de Ahmet Paşa Antlaşması imzalandı.
*1639'da İran ile Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı.

İstanbul Antlaşması (1724)

1. Derbent, Bakü Kaleleri ve Dağıstan Rusya'ya bırakıldı.
2. Gence, Karabağ, Revan ve Tebriz Osmanlı Devleti'ne verildi.
*İstanbul Antlaşması (1724) Osmanlılarla Ruslar arasındaki ilk dostluk antlaşmasıdır.

Osmanlı-Venedik, Avusturya Savaşları ve Pasarofça Antlaşması (1715-1718)

Osmanlı-Venedik, Avusturya Savaşları ve Pasarofça Antlaşması (1715-1718)

Nedenleri : Osmanlı Devleti'nin Karlofça Antlaşması ile kaybettiği Mora ve Dalmaçya kıyılarını tekrar ele geçirmek istemesi ve Venediklilerin Mora Rumlarına baskı yapması ile Mora Rumlarının Osmanlıdan yardım istemesi.

*Osmanlı Devleti, 1751 yılında Mora'yı yeniden aldı.
*Osmanlı Devleti'nin Korfu Adası'nı kuşatması üzerine Avusturya, Mora'nın tekrar Venediklilere verilmesini istedi.
*Osmanlı Devleti, 1716'da Avusturya'ya savaş ilan etti.
*Osmanlı ordusunun Petervaradin'de yenilmesi üzerine, Avusturyalılar Belgrat'ı ele geçirdi.
*Osmanlı Devleti'nin barış istemesi üzerine 1718'de Pasarofça Antlaşması imzalandı.

Pasarofça Antlaşması (1718)

*Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında imzalanan bu antlaşma ile :

1. Yukarı Sırbistan, Belgrat, Sırmiyum, Batı Eflak ve Banat Yaylası (Temeşvar) Avusturya'ya bırakıldı.
2. Venedik'ten alınan Mora ve Grit Osmanlılarda kaldı.
3. Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarındaki bazı kaleler Venedik'e verildi.
Antlaşmanın Önemi :

1. Osmanlı Devleti, Batı'nın üstünlüğünü tamamen kabul etti ve toprak kurtaramayacağını anladı.
2. Osmanlılar, Ortodoksları koruma görevini son kez yerine getirdi.
3. İngiltere ve Hollanda'ya verilen ayrıcalıklar Kapitülasyona dönüştürüldü.
4. Pasarofça Antlaşması'nın yarattığı barış ortamında Lale Devri'ne girildi ve ilk defa Batı tipinde ıslahatlara gidildi.

Prut Savaşı ve Prut Antlaşması (1711)

Prut Savaşı ve Prut Antlaşması (1711)

Nedenleri : I. Petro'ya Poltova Savaşı'nda yenilen XII. Şarl'ın Osmanlı Devleti'ne sığınması üzerine Rusların Osmanlı topraklarına saldırması.

*1711' de Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa Eflak'a girdi.

UYARI : Baltacı Mehmet Paşa'nın ileriyi göremeyen bir vezir olması ve çevresindekilerin paraya düşkün olması nedeniyle bu seferden istenilen sonuç alınamamıştır.

*Baltacı Mehmet Paşa'nın Rus ordusunu sıkıştırdığı bir sırada Rusya'nın barış istemesi üzerine Prut Antlaşması imzalandı.

Edirne Olayı

Edirne Olayı

*II. Mustafa (1695-1703) Karlofça Antlaşması'ndan sonra Edirne'ye çekilip, devlet yönetimini FEyzullah Efendi'ye bırakıp, kendini av ve eğlenceye vermişti.
*Bu durumdan memnun olmayan ve Edirne'nin başkent olacağı söylentilerine inanan bir grup İstanbul'da isyan etti.
*Asiler 1703 yılında Edirne'ye yürüyüp Feyzullah Efendi'yi idam ettikten sonra, II. Mustafa'yı tahttan indirerek, yerine III. Ahmet'i tahta geçirdi.

XVIII. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti

XVIII. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti

*Osmanlı Devleti, 1699'da imzalanan Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları ile kaybettiği toprakları geri alma siyaseti izledi.
UYARI : Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması'ndan sonra sürekli toprak kaybetmesine rağmen uzun süre varlığını koruyabilmiştir. Bunun nedeni, Avrupa Devletleri arasındaki çıkar çatışmalarıdır.

*Osmanlı Devleti bu dönemde başarılı olamadı, toprak kazanmak yerine, yeni toprak kayıpları yaşadı.
*Osmanlı Devleti'nde "Gerileme Dönemi" 1792'de imzalanan Yaş Antlaşmasına kadar sürdü.

Kutsal Bağlaşma ve Savaşlar (1683-1699)

Kutsal Bağlaşma ve Savaşlar (1683-1699)

Malta
Avusturya
Lehistan
V]enedik
A->Joker
Rusya


*Nedeni : Osmanlı Devleti'nin Viyana önünde bozguna uğraması ve bu fırsattan yararlanmak isteyen Hristiyan Avrupa'nın Papa'nın önderliğinde kutsal ittifak kurarak, Türkleri Avrupa'dan atmak istemesi.
*Avusturya, Macaristan ve Erdel'i alıp Bulgaristan'a girdi,
*Osmanlı Devleti ile Haçlı ittifakı arasında 1683'te dört cephede savaş başladı.
*Lehistan, Podolya ve Boğdan'ı, Venedik, Mora ve Dalmaçya'yı aldı.
*1687 yılında II. Süleyman, 1695'de de II. Mustafa tahta geçti.
*Yenilgilerin devam etmesi üzerine Osmanlı Devleti Karlofça Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekildi.

Karlofça Antlaşması (1699)

*Avusturya, Lehistan, Venedik ve Osmanlı Devleti arasında imzalandı.
1. Temeşvar ve Banat Yaylası dışında kalan bütün Macaristan ve Erdel Avusturya'ya verildi.
2. Hırvatistan'ın bir bölümü Avusturya'ya verildi; Sava ırmağı sınır oldu.
3. Podolya ve Ukrayna Lehistan'a verildi.
4. Dalmaçya kıyıları ve Mora, Venedik'e verildi. Korint Osmanlılarda kaldı.
5. Antlaşmanın süresi 25 yıl olacak ve Avusturya'nın garantisinde bulunacaktı.

*Not : Rusya, Karlofça Antlaşması imzalanırken iki yıllık bir ateşkes imzalamış ve barışa yanaşmamıştır. Amacı Kırım'a doğru ilerlemektir. Ancak, Avrupalı Devletlerin baskısıyla 1700'de antlaşma masasına oturmuştur.

*Osmanlılar, Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları'yla ilk defa toprak kaybına uğradı.
*Bu antlaşmalar, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVIII. yüzyıl genel politikasında belirleyici rol oynadı ve Osmanlı Devleti'nde Gerileme Dönemi Başladı.

Avusturya İle İmzalanan Antlaşmalar

Zitvatorok
E-> Joker
Vasvar
Karlofça

Rusya İle İmzalanan Antlaşmalar

Bahçesaray
İstanbul

Osmanlı-Avusturya Savaşları (1622-1664)

Osmanlı-Avusturya Savaşları (1622-1664)

*Avusturya'nın Erdel Beyliği iç işlerine karışması.
*1662'de Avusturya seferine çıkan Osmanlı ordusu Uyvar, Zerinvar ve Novigrat kalelerini aldı.
*Bu savaşlar 1664 yılında imzalanan Vasvar Antlaşması ile son buldu.

Vasvar Antlaşması (1664)

a) Uyvar ve Novigrat kaleleri Osmanlılara bırakılacak, Zerinvar Avusturya'da kalacaktır.
b) Erdel Osmanlı Devleti'nde kalacak, Osmanlı Devleti ve Avusturya, Erdel'den askerlerini çekecektir.
c) Avusturya, Osmanlıların Erdel Beyi adayını tanıyacaktır.
d) Avusturya savaş tazminatı ödeyecektir.

*Bu antlaşmadan sonra Avrupalılar, Osmanlıların eski gücünü kazandığını zannederek büyük bir paniğe kapılmıştı.

II. Viyana Kuşatması (1683)

Nedenleri :

1. Koyu katolik olan Avusturya'nın, Protestan Macarlara baskı yapması,
2. Macarların Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dan yardım istemesi,

*1682'de Osmanlı Devleti Avusturya'ya savaş ilan etti.
1683'te Avusturya üzerine sefere çıkıldı.
*Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683'te Viyana'yı kuşattı.
*Haçlı ordusunun yardıma gelmesi üzerine Osmanlı ordusu Viyana önlerinde bozguna uğradı.

Bozgunun nedenleri :

*UYARI : II. Viyana bozgunu ile, Kosova Savaşı'ndan sonra Avrupa'da taarruza geçen Osmanlılar, artık savunmaya geçmiştir.
*Osmanlıları Avrupa'dan atmak amacıyla "Kutsal İttifak" oluşturulmuştur.


1. Merzifonlu'nun deneyimli komutan ve devlet adamlarının sözünü dinlememesi
2. Merzifonlu'nun şehrin yağmalanmasına izin vermemesi,
3. Viyana'nın güçlü surlarla çevrili olması,
4. Kırım Hanı'nın zamanında yardım göndermemesi.

Osmanlı-Venedik Savaşları

Osmanlı-Venedik Savaşları (1645-1669)

*Nedeni : Venediklilerin Osmanlı ticaret gemilerine saldırması ve Osmanlı Devleti'nin Girit Adası'nı almak istemesi.
*1645'te Girit yüzünden Osmanlı-Venedik savaşları başladı.
*25 yıl alınamayan Kandiye Kalesi'nin alınması ile Venedikliler barış isteğinde bulundu.

Venedik ile Yapılan Antlaşmalar

Kandiye
K[/color]arlofça

Osmanlı-Avusturya Savaşları (1593-1606)

Nedeni :

1. Avusturya ile Osmanlı arasındaki sınır mücadelesi
2. 1593 tarihinde Bosna Beylerbeyi Hasan Paşa'nın Avusturyalılar tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesi

*III. Murat Dönemi'nde Avusturya savaşları başladı.
*1573 yılında Estergon ve Kanije kalelelerini Avusturya'ya kaptırdı.
*III. Mehmet Dönemi'nde Avusturya'dan Eğri Kalesi alındı.
*1596'da Haçova Savaşı ile Avusturya ordusu bozguna uğratıldı.
*1596'da Estergon ve Kanije Kaleleri geri alındı.
*İran sorunu ve Celali İsyanları yüzünden Osmanlı Devleti barış istedi ve 1606'da Zitvatorok Antlaşması imzalandı.

Zitvatorok Antlaşması (1606)

1. Eğri, Kanije ve Estergon Kaleleri Osmanlılarda kalacaktır.
2. Avusturya Kuzey Macaristan topraklarını elinde tuttuğu için her sene Osmanlılara ödediği vergiyi artık ödemeyecektir.
3. Avusturya bir defaya mahsus olmak üzere savaş tazminatı ödeyecektir.
4. Avusturya arşidükası protokol bakımından Osmanlı padişahına denk olacaktır.
Not : 1533 İstanbul Antlaşması'na göre Avusturya arşidükası Osmanlı sadrazamına denkti.

*Zitvatorok Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Orta Avrupa'daki üstünlüğünü kaybetmiş, Avrupadaki devletlerle eşit seviyeye gelmişti.

IV. Mehmet Dönemi

IV. Mehmet Dönemi (1672-1676)

*Nedeni : Lehistan'ın, Türk himayesinde bulunan Ukrayna Kazakları'nın iç işlerine karışması.
*Osmanlı ordusu 1672'de Lehistan seferine çıktı. Lehliler birçok defa yenildi ve 1676'da Bucaş Antlaşması imzalandı.

Bucaş Antlaşması (1676)

a) Ukrayna Osmanlıların koruması altında kalacak.
b) Podolya Osmanlılara verilecek
c) Lehistan her sene vergi ödeyecek

*Bucaş Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarına toprak kattığı son antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı İmaparatorluğu Batı'da en geniş sınırlarına ulaşmıştı.

Not : Lehistan Diyet Meclisi, Bucaş Antlaşması'nın vergiyle ilgili üçüncü maddesini kabul etmedi. Savaş yeniden başladı. Osmanlılar vergiyle ilgili maddeyi kaldırınca 1676 yılında Bucaş Antlaşması yenilendi.

Lehistan İle Yapılan Antlaşmalar

Hotin
O -> Joker
Bucaş
İ-> Joker

Genç Osman Dönemi

Genç Osman Dönemi (1618-1622)

*Nedeni : Lehistan'ın Boğdan'ın iç işlerine karışması.

*Genç Osman 1618 yılında Lehistan seferine çıktı.
*Leh ordusunu yendi ve Hotin Kalesi'ni kuşattı.
*Bu sefer, yeniçerilerin gevşek davranması üzerine, 1620 yılında Hotin Antlaşması imzalanarak son buldu.

Hotin Antlaşması (1620)

1. Lehliler ve Osmanlılar birbirlerinin topraklarına saldırmayacaktır.
2. Lehistan, Kırım Hanı'na 40 bin düka altını vergi olarak ödemeye devam edecektir.
Hotin seferi'nde Yeniçerilerin yetersizliği anlaşılmış ve ilk defa Genç Osman, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmak istemişti.

IV. Murat Dönemi

IV. Murat Dönemi (1622-1639)

*Nedeni : İran'ın hile ile Bağdat'ı işgal etmesi.

*IV. Murat, İran'a iki sefer düzenledi. Bu seferler sonunda Revan ve Bağdat'ı tekrar ele geçirdi.

*1639 yılında İran ile Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı ve altmış yıldır süren İran savaşları sona erdi.

Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639)

1. Azerbaycan ve Revan İran'a bırakıldı.
2. Bağdat Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.
3. Zağros Dağları iki ülke arasında sınır oldu.

*Bu antlaşma ile XVII. yüzyıl Osmanlı-İran savaşları sona erdi ve bugünkü Türkiye-İran sınırı büyük ölçüde çizildi.

İran İle Yapılan Antlaşmalar

Ferhat Paşa
Nasuh Paşa
Serav
Kasrı şirin

I. Mustafa Dönemi

I. Mustafa Dönemi (1617-1618)

*Nedeni : İran'ın antlaşmalarda verdiği sözü tutmayıp Osmanlı Devleti'ne söz verdiği ekonomik yükümlülüğü yerine getirmemesi

*1617-1618 tarihleri arasında devam eden bu savaşlarda önemli bri çatışma olmadı, 1618'de İran ile Serav Antlaşması imzalandı.

*1618 yılında imzalanan Serav Antlaşması ile Nasuh Paşa Antlaşması'nın koşulları her iki ülke tarafından da yeniden kabul edildi.

I. Ahmet Dönemi (1603-1611)

I. Ahmet Dönemi (1603-1611)

Nedeni : Osmanlı Devleti'nin Batı'da Avusturya ile savaşta bulunmasını ve Anadoludaki Celali İsyanlarını fırsat bilen İran'ın Ferhat Paşa Antlaşması ile Osmanlı Devleti'ne verilen yerleri geri almak istemesi.

*Şah Abbas, 1603'te Tebriz ve Erivan'ı alarak Diyarbakır ve Musul'a kadar ilerledi.
*1611 yılında Nasuh Paşa Antlaşması imzalanarak bu savaşa son verildi.

Nasuh Paşa Antlaşması (1611)

*1. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Ferhat paşa Antlaşması ile aldığı toprakları geri verdi.
*2. İran her sene Osmanlı Devleti'ne ikiyüz deve yükü ipek verecekti.

*Bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin elde ettiği toprakları geri verdiği ilk antlaşmadır.

III. Murat Dönemi (1577-1590)

III. Murat Dönemi (1577-1590)

*III. Murat, 1579'da İran şahı Tahmasb'ın ölümü ile ortaya çıkan taht kavgalarından faydalanarak İran üzerine sefere çıktı.
*Osmanlı Ordusu, Hazar Denizi'ne kadar ilerledi fakat, 1590'da İranlılar'ın barış İstemesi Üzerine Ferhat Paşa Antlaşması imzalandı.

Ferhat Paşa Antlaşması (1579)

*Bu antlaşma ile Azerbeycan, Luristan, Gürcistan ve Dağıstan Osmanlılara bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu, bu antlaşma ile doğuda en geniş sınırlara ulaşmış oldu.

24 Nisan 2009

Osmanlı Devleti Duraklama Devri

DURAKLAMA DÖNEMI
III. Mehmet zamaninda Avusturya'ya karsi devam ettirilen savaslarda Egri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmisse de I. Ahmet (1604-1617), Zitvatorok Antlasmasini imzalayarak (1606), Osmanlinin, Avrupa'daki üstünlügünün sona erdigini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar bu anlasmayla Osmanlida kaliyorsa da, artik iki devletin "esit" sayildigi hükme baglanmisti. XVI.yüzyil baslarindan itibaren Avusturya ve Iran'la girilen uzun savaslar, ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüsvetin almasi, buna bagli olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini olusturan timar sisteminin bozulmaya baslamasi, devletin güç ve otoritesini, halkin huzur ve asayisini güvenligini sarsmistir. XVII. yüzyila girilirken bu olumsuz sartlar, anarsinin artmasina sebep olmustur. Merkez ve tasra teskilâtinda görülen bozulmalar, pek çok isyanin çikmasini ve dolayisiyla devlet nizaminin sarsilmasini beraberinde getirmistir. Bu isyanlari üç grupta toplamak mümkündür; Tasrada çikan Celalî Isyanlari, Eyalet isyanlari ve Istanbul merkezli kapikulu isyanlari. Celalî isyanlarinin en önemli sebepleri, yukarida da belirttigimiz gibi, devletin uzayan savaslara bagli olarak azalan gelirlerini karsilayabilmek için vergileri artirmasi, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere karsi huzursuzluklari idi. Halkin devlete olan güveninin sarsilmasi, isyancilarin gücünü daha da artiriyordu. Kalenderoglu, Karayazici, Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarina, medrese ögrencisi suhteler ve basibos leventlerin isyanlari da eklenince, devlet isyanlari bastirmada oldukça zorlandi. Bu isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadigi gibi, iktisadî durum da oldukça bozulmustur. Yine bu otorite boslugu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen, Bagdat, Eflâk, Bogdan gibi bagli eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmislerdi.

Istanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamaninda alamamalarini bahane ederek çikardiklari isyanlar dogrudan sarayi hedef almistir. Fesat yuvasi hâline gelen Yeniçeri Ocagi'ni düzenlemek isteyen II. Osman (1618-1622) yeniçerilerin hismina ugramis, isyancilar sarayi basmistir. Yeniçeriler, Genç Osman'i tahttan indirerek yerine, III. Mehmet'in kardesi I.Mustafa'yi getirmisler ve bununla da kalmayarak, Genç Osman'i Yedikule Zindanlarinda katletmislerdir. Bu olay yeniçerilerin bir padisahi tahttan düsürüp, katletmelerinin ilk örnegi olmasi açisindan dikkat çekicidir.

Yeniçerilerin basa geçirdigi I.Mustafa'nin bir yil sonra ölmesiyle, Osmanli tahtina IV. Murat geçer (1623-1640), genç padisah, hâkimiyetinin ilk on yilinda devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a birakmis ve güçlenene kadar fesat çikaranlara karsi tedbirli davranmistir. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak veren isyanlarin tehlikeli boyutlara ulasmasi üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kisa zamanda otoriteyi tesis etmistir. Sert tedbirlerle nifak çikaranlari, seyhülislâm ve kardesleri de dahil, öldürtmekten çekinmemis, bosalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymustur. Toparlanan Osmanli Devleti, Bagdat'i ele geçiren Iran'a savas açti. IV. Murat, ünlü seferiyle Bagdat'i geri aldi (1638). Iran ile yapilan Kasr-i Sirin Antlasmasiyla (1639), bugünkü sinirlara yakin olan Türk-Iran siniri yeniden çizildi.

1640'ta, IV. Murat'in ölmesi üzerine yerine kardesi I. Ibrahim geçti(1640-1648). Fakat onun sekiz yillik saltanatinda devlet her açidan kötülemeye baslamisti. Sonunda 1648 yilinda o da öldürüldü ve çocuk yastaki IV. Mehmet Osmanli tahtina çikarildi (1648-1687). Harem ve Yeniçeri Ocagi devlet islerine istedikleri gibi müdahale eder olmuslardi. Bu kötü gidis 1656'da Köprülü Mehmed Pasa'nin sadrazamlik vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Pasa ve onun ailesinden olan diger sadrazamlar XVIII. yüzyil baslarina kadar Osmanli Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamislardir. Köprülüler Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar saglanmis ve Osmanlilar son fetihlerini bu devirde gerçeklestirebilmislerdir. Köprülü Mehmet Pasa, içerde sükûneti sagladigi gibi, Venediklilerin eline geçmis olan Bozcaada ve Limni'yi geri alip, Çanakkale Bogazi'ni ablukadan kurtardi. Köprülü Mehmet Pasa öldügünde, padisah yine genis yetkilerle oglu Köprülü Fazil Ahmet Pasa'yi sadarete getirdi(1661). Erdel islerine karisan Avusturya'ya karsi baslatilan savasta Fazil Ahmet Pasa, Uyvar'i fethetti. Avusturya yapilan anlasmayla, Erdel ile Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanli hâkimiyetinde oldugunu kabul etti. Uzun süredir kusatilan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin düsmesiyle Osmanli hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapilan sefer sonucunda Podolya da Osmanli topraklarina katildi (1676).

Büyük basarilara imza atan Fazil Ahmet Pasa'nin genç yasta ölmesi üzerine, IV. Mehmet, Köprülü'nün damadi Kara Mustafa Pasa'yi sadrazamliga getirdi(1676).

Kara Mustafa Pasa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra, Ruslar, Dinyeper nehrinin saginda kalan topraklari Osmanlilara birakmak zorunda kaldiklari ilk anlasmayi Türklerle yapmistir (1681). Zaferlerin devami getirerek Osmanli'yi yeniden Avrupa'daki en genis sinirlara ulastirmak isteyen Kara Mustafa Pasa, Orta Macaristan'da, Katolik Avusturya'ya karsi isyan eden Protestan Macarlari himayesine aldi. Imre Tököli Osmanlilar tarafindan Orta Macaristan krali olarak tanindi. Mustafa Pasa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin ele geçiremedigi Avusturya'nin merkezi Viyana'ya karsi baslatilan bu ikinci sefer boyunca Osmanlilar hiçbir direnmeyle karsilasmadilar. 1683'te kusatma basladiginda, Avusturya imparatoru çoktan sehri terketmisti. Ancak kusatmanin uzun sürmesi, Lehistan ve Alman askerlerinin, sehrin imdadina yetismesiyle neticelendi. Iki ates arasinda sikisan Kara Mustafa Pasa, büyük bir bozguna ugradi. (12 Eylül 1683). Osmanlilar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldi. Viyana bozgunu, sadrazamin Belgrat'ta hayatina mal olmustu. Osmanli devletine karsi Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Ruslarin katildigi(1696) büyük bir ittifak olusturuldu. Osmanlilar dört cephede bu ittifaka karsi mücadele verdigi sirada, içte de huzursuzluk artmaktaydi. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman (1687-1691) , II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti. Bu dönemde yine bir Köprülüzade olan Fazil Mustafa Pasa, ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik basarili icraatlerde bulunmus ise de ayni aileden Hüseyin ve Nu'man Pasalar, sadaret makaminda basari saglayamamislardi.

I. Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardindan gelen toprak kayiplarini önlemek amaciyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk iki seferde kismen basari saglandiysa da son seferde Osmanli ordusu Zenta denilen yerde bozguna ugradi. Bunun üzerine Ingiltere'nin araya girmesiyle Osmanlilar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlasmasi'ni imzalamak zorunda kaldi (26 Ocak 1699). 25 yil için geçerli olacak bu anlasma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'in büyük bir bölümü ve Erdel, Venediklilere Dalmaçya kiyilari ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve Ukrayna birakiliyordu. Rusya ile yapilan üç yillik ayri bir anlasma ile de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onlarin Istanbul'da daimî bir elçi bulundurmalari kabul ediliyordu. Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl, iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar, Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl, iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar, Karlofça'da kaybettikleri topraklari tekrar kazanma firsatini bulacakti. Nitekim Prut'ta sikistirilan Ruslar (1711), anlasma yaparak, Azak'i terk etmek zorunda kaldilar. Karadag'da isyan çikartan Venedik'e karsi açilan savaslarda ise isgal altindaki Mora kurtarildi. (1715). Bu basarilar üzerine, siranin kendisine geldigini düsünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlilari yenilgiye ugrattilar.

Temesvar ve Belgrat düstü. Osmanlilar Pasarofça Antlasmasini imzalayarak (1718), Temesvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sirbistan'i Avusturya'ya birakti. Dalmaçya kiyilarindaki bazi kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlilardin Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan Belgrat'in düsmesi, agir sonuçlar dogurmustur. Avusturya, Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha basarili olacaktir.

Lâle Devri: Pasarofça Antlasmasi neticesinde ortaya çikan barisi iyi kullanmak isteyen Osmanlilar, artik Avrupa karsisinda savunma durumunda kalacagini anladigindan, Balkanlardaki sinir kalelerini tahkim etme, bölge halkini yaninda tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya agirlik vermekteydi. Damat Ibrahim Pasa, Osmanlilara üstünlük kurmus olan Avrupa'yi her yönüyle tanimak için Avrupa baskentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yillari arasindaki bu dönem, sanatta lâle motifinin islenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adiyla anilmaktadir. Bu dönemde matbaa açilmasi, çini ve kumas fabrikasi kurulmasi gibi bazi müspet yenilikler yapilmissa da, III. Ahmet ve saray çevresinin sasali eglenceleri ve harcamalari huzursuzlugu artirmaktaydi. Damat Ibrahim Pasa'nin, Iran'a karsi baslatilan savasta (1722) kesin netice alamamasi ve uzayan savas esnasinda Tebriz'in sadrazamin gizli emriyle Iran'a terk edildigi haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.

Patrona Halil Ayaklanmasi'nin patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Ibrahim Pasa ve yakinlariyla Sultan III. Ahmet asiler tarafindan katledildiler (1730)Bu olayin ardindan III. Ahmet'in yegeni I.Mustafa hükümdarliga getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sinir olaylarini bahane eden Rusya, Kirim Tatarlarina karsi büyük bir saldiri baslatti. Azak ve Bahçesaray Ruslarin eline geçti (1739). Fransa'nin da tesvikiyle Osmanlilar, Rusya'ya karsi savas ilân etti. Rusya'nin yaninda savasa katilan Avusturya da, Eflâk ve Bogdan'a girmisti. Osmanlilar iki cephede de büyük basarilar kazandilar. Prusya, Fransa ve Isveç'in Osmanlilara yakinlasmasi, Osmanlilar karsisinda ummadiklari bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yi baris yapmaya zorladi. Bu savas sirasinda tekrar Osmanlilarin eline geçen Belgrat'ta bir anlasma imzalandi (18 Eylül 1739). Belgrat Anlasmasiyla, Avusturya, Pasarofça barisiyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'i terkederek bölgedeki kiyi ve deniz ticaretinin Osmanli gemileriyle yapilmasini kabul etti. Bu anlasma geçici de olsa Osmanlilarin toparlanmasini saglamistir. Savasta Türklerin tarafini tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde taninan imtiyazlari genisleten ve süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlasmasi imzalanmistir (1740). Damat Ibrahim Pasa zamaninda baslayan Iran savaslari Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar, çöküs dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dagistan'i isgal etmislerdi.

Sirvan halkinin talebi üzerine Osmanlilar duruma müdahale etmis, iki ülke arasinda çikabilecek savas Fransa'nin araya girmesiyle önlenmisti. Rusya'nin kuzeydeki isgaline karsin Osmanlilar da Güney Azerbaycan'i topraklarina kattilar. Sah Tahmasp 1732'de Osmanlilar ile baris yapti. Bu durumu kabullenemeyen Afsar Nadir Bey, Sah Tahmasp'i devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlilar bazi topraklari Nadir Han'a birakmaya razi oldu. Her iki taraf için de yipratici olan bu uzun savaslar, Kasr-i Sirin antlasmasiyla çizilen sinirlarin aynen kabul edildigi 1746 anlasmasiyla son bulmustur.

I.Mahmut döneminde, basarili savaslarin yani sira, ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmistir. Aslen Fransiz olup Osmanli hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Pasa, Humbaraci Ocagi'ni kurarak (1734), bati savas tekniklerini burada hayata geçirmis idi. I.Mahmut'un üvey kardesi III.Osman'in (1754-1757) yerine geçen, amcaoglu III. Mustafa (1757-1773) zamaninda da ordu içerisinde bazi islahatlar devam ettirilmistir. Nitekim onun döneminde Tophane islah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüs, donanma yenilenmistir. Ancak, Rusya ile baslayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadigini gösterecektir.

Osmanlı Devletinin İmparatorluk Olmasına Doğru

İmparatorluğun Temelleri Atılıyor


Doğu Roma Fatihi olarak Edirne'ye dönen II. Mehmed, Karaman ve Bizans'tan sonra üçüncü seferde Cenevizlilerden Enez'i aldı (1453 sonu) ve Kırım'a bir donanma gönderdi (1454 Temmuz'u). 1454'te ilk Sırbistan seferine çıktı. Kuzey Ege adalarını donanma göndererek ele geçirdi ve ilk Rodos seferini yaptırdı, fakat bu adayı alamadı. İkinci Sırbistan onun altıncı seferidir (1455, 1456). Bu ikincisinde babasından sonra tekrar Belgrad'ı muhasara etti. Kaleyi savunan Hünyadi Yanoş öldü. Fatih yaralandı, fakat Belgrad düşmedi. 1455'te Boğdan Prensliği de Osmanlı metbûluğunu kabul etti.
1458'deki yedinci sefer Fatih'in ilk Mora seferidir. 1459'daki sekizinci sefer ise dördüncü Sırbistan seferidir ki, Semendire'nin fethi ve Sırbistan devletinin sonu olmakla neticelenmiştir. 1460 yazında dokuzuncu seferine çıktı. İkinci Mora seferidir ve Mora prensliklerinin ilgası ve Türkiye'ye katılması, Paleologosların sonu ve Bizans kalıntılarının silinmesi ile sonuçlanır.

Sonra Güney Karedeniz meselelerini ele aldı. 1461'de onuncu sefer ile Ceneviz'den Amasra'yı aldı. Baharda on birinci sefer ile Sinop'a geldi. Himayesinde bulunan Candar (İsfendiyar) beyliğine dostça son verdi. Yazın Trabzon'a yürüdü. Denizden donanma kuşatılan Trabzon İmparatorluğu teslim oldu. Komnenos imparatorluk hanedanına son verdi. Bu suretle Batum ve Gürcistan kıyılarına kadar bütün Güney Karadeniz kıyıları Osmanlı devletine katıldığı gibi, Trabzon ve Rize gibi Anadolu'nun henüz Türkleşmemiş olan parçaları da Hristiyanlardan alınmış oldu.

On ikinci Trabzon seferinden döner dönmez on üçüncü sefer ile Eflak üzerine yürüdü ve ayaklanan Kazıklı Voyvoda'nın işini bitirdi.Fatih, ondördüncü seferini 1462'de yaptı. Yayçe'nin fethi ile neticelenen ilk Bosna seferidir. Onbeşinci seferi aynı yılın Eylülündedir ve Midilli adasının fethidir. On altıncı sefer 1463'te yapılan ikinci Bosna seferidir. Ertesi yıl üçüncü Bosna seferi ve on yedinci seferi yapılmıştır. 1466'daki onsekizinci sefer Karaman üzerinedir. 1466'daki on dokuzuncu sefer, Fatih'in ilk Arnavutluk seferidir. 1466-167'de de Arnavutluk üzerine ikinci seferini yapmıştır ki yirminci seferi teşkil eder.

Bu ardı kesilmeyen seferlerde padişahın başlıca hedefleri şöyle idi: Tuna'nın güneyinde ve Fırat-Toroslar sınırının batısında Osmanlı devletine katılmayan hiç bir yer bırakmamak, Karadeniz'i ve Ege denizini Türk iç denizleri haline getirnek, Venedik donanmasını geçerek deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyanın birinci silahlı gücü haline getirmek. Bu işleri tamamen gerçekleştirdikten sonra İtalya'yı fethetmek. Bu plan artık bütün dünyada biliniyordu. Fatih'in kafasındaki bir sır olmaktan çıkmıştı. Bu projeye karşı yalnız bütün Avrupa değil, Türkiye'nin doğusundaki Müslüman ve Türk komşuları da ayaklandılar. Bu suretle Osmanlı İmparatorluğu'na karşı dehşetli bir koalisyon meydana getirildi ve çok uzun sürecek savaş başladı.

Osmanlı Yükselme Döneminde Avrupa Siyaseti

Avrupa Siyaseti


Yavuz'un yerine tek oğlu 25.5 yaşındaki Kanunî Sultan Süleyman geçti. Babasının İran ve Turan siyasetini durdurmak mecburiyetinde kaldı. Zira Avrupa'da Charles-Quint devi zuhur etmişti. Avrupa'nın büyük kısmını İspanya kralı ve Almanya imparatoru sıfatıyla ele geçirmiş, diğer kısımlarını nüfuzu altına almıştı. Fransa'yı tehdit ediyordu ve kuzey Afrika'da Barbaros Hayreddin Paşa ile savaşıyordu. Türkiye bu devi alt edemediği ve makul sınırlara itemediği takdirde Osmanlı cihan devletinin geleceğinin kararacağı âşikâr idi. Akrabalık yoluyla çok geniş sınırlı Macaristan krallığını da nüfuzu altına alan Charles-Quint devini, Orta Avrupa ve Batı Akdeniz'de mutlaka ezmek icap ediyordu. Sultan Süleyman, Orta Avrupa'nın kilidi sayılan daha önce 3 ayrı padişahın 3 defa kuşatıp alamadığı, Türkiye'nin kuzey sınırı üzerinde Macaristan'ın en müstahkem kalesine, Belgrad'a yürüdü ve fethetti (1521).
Mevcudiyet gayeleri Türklerle savaşmak olan ve Rodos'ta üstlenen Saint-Jean tarikatı üzerine ikinci seferi açtı. Fatih'in 3 defa kuşattırıp düşüremediği dünyanın en müstahkem kalesini de fethetti (1522-1523).

Doğu Avrupa'da durum iyi idi. Kırım, Kazan ve Astırhan Türk hanlıkları Osmanlı'ya tabi idi. 1524'te Sahip Giray Han, Nijeniy Novgorod'u (bugünkü Gorky) feth etti ve 3 yıl önce 1521'de Moskova şehrini yakan ağabeyi I. Mehmed Giray Han'ın yolunu takip etti. Moskova prensliği Kırım'a yıllık vergi veren bir tabi devletti. Mehmed Giray 1522'de Astırhan'ı aldı ve 1524'te Kazan Hanı İstanbul'a gelerek metbûu Kanunî Sultan Süleyman tarafından kabul edildi.

Sultan Süleyman'a göre Doğu Avrupa işleri üçüncü derecede idi. Almanya-İspanya'nın Macaristan'a el atmasından ve Tuna'nın doğu kesimine inmesinden endişe ediyordu. Fransa'yı savunmaya karar verdi. Zira Fransa'ya baş eğdirdiği takdirde Charles-Quint Orta Avrupa'da Osmanlı ile hesaplaşacaktı. Fransa kralı I. François, Madrid'de Charles-Quint'in esiri idi. Annesi, cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman'a müracaat ederek oğlunu kurtarmasını istirham etti. Kanunî'nin aradığı fırsattı. Bu şımarık Charles-Quint'in kızkardeşi Macaristan kraliçesi idi. Macaristan kralı II. Layoş'un kızkardeşi de Charles-Quint'in kardeşi Avusturya arşidükası Ferdinand ile evli idi.

Kanûnî Orta Avrupa'ya, Macaristan'a yürüdü. Bu üçüncü sefer (1526), Kanûnî'nin 13 seferinin en ünlüsüdür ve ikinci Macaristan seferidir. Mohaç'ta Macar ordusunu yakaladı ve kralları dahil olmak üzere 2 saatte imha etti (29 Ağustos 1526). Tarihin en kesin neticeli ve örnek meydan muharebelerinden biridir. 11 Eylülde Türklerin Budin dedikleri Budapeşte'ye, Macar taht şehrine girdi. Macaristan krallığı tarihe karıştı. Macaristan, Transilvanya ve bazı ülkeler Türkiye'ye bağlandı. Çekoslovakya ise Almanya'ya geçti.

Osmanlı Yükselme Döneminde Doğu Siyaseti

1514 darbesi 1533'e kadar 19 yıl, dünyanın Türkiye'den sonra gelen 2. devleti durumundaki İran Türk Safevî imparatorluğunu hareketsiz kıldı. Ama stratejik çekişmeyi ortadan kaldırmak mümkün değildi. Kanûnî devrinde bütün Arap ülkelerini, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu'ndan Atlas Okyanusu'na kadar ele geçirmek siyaseti güdüldü. Behemehâl Basra Körfezi'ne inmek, Kafkasya'ya tırmanmak icap ediyordu. Kafkasya ve Basra Körfezi ise İran Türk imparatorluğunun elinde idi. Bu devirde İran olmasa, Türkler Almanya'yı geçer ve soluğu Ren kıyılarında alırlardı. Bir kaç tarihçi bu noktaya ehemmiyetle işaret etmişlerdir. İran savaşları çok çetindi.
Mesafe uzundu. İran ordusu tamamen Türkmenlerden müteşekkil yiğit bir atlı ordu idi. Ancak Osmanlı Akıncı, piyade, bilhassa topçu üstünlüğü Türkiye'yi galip kılıyordu. Bununla beraber İran, Çaldıran'ı asla unutmamıştı. Osmanlı'ya karşı meydan muharebesi kabul etmiyor, geniş sahaları boşaltıp Osmanlı ordusunun önünden çekiliyordu. Safevî stratejisi bu idi. Tebriz, Osmanlı sınırına çok yakın olduğu için Şah İsmail'in oğlu ve halefi devrinde İran, taht şehrini daha içeriye, Kazvin'e almıştı.

Kanûnî Sultan Süleyman Han, 11 Haziran 1534'te ordusu ile İstanbul'dan ayrıldı. Padişah'ın 4 İran seferinin ilki ve en meşhuru olan bu altıncı sefere Irakeyn denmektedir. Zira hem Arap Irak'ı (Bağdat), hem Acem Irak'ı (Hâmedân) fethedilmiştir. Daha önce Vezir-İ Azam Makbul İbrahim Paşa, başka bir ordu ile İran'ın üzerine gitmişti, padişahı bekliyordu.

O zaman dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan Tebriz, Osmanlılarca ikinci defa işgal edildi (13 Temmuz 1534). Az sonra Kânûnî de Tebriz'e geldi (28 Eylül). İran'ın Türk ve Kürdlerle meskün Batı eyaletleri işgal edildi. Fakat asıl gaye, Bağdat'ı, Irak-ı Arab'ı alıp Basra Körfezi'ne inmekti. 28 Kasım'da (1534) Bağdat fethedildi. 5 asır müddetle Abbasî halifeliğinin merkezî olmak bakımından çok ünlü bir şehir idi. Bu sırada Safevîler Tebriz'i geri aldılarsa da Osmanlılar üçüncü defa şehre girdiler (30 Haziran 1535).Bu sefer neticesinde Orta ve Güney Irak (Bağdat, Basra) Osmanlı eyaletleri oldu ve netice bakımından Basra Körfezi'nin kıyıları boyunca Arap aşiretleri de Osmanlı nüfuzu altına düştü. Batı İran eyaletleri, Safevîlerce geri alındı.

1536-48 arasındı 12 yıl, Osmanlı-Safevî münasebetleri nisbî bir durgunluk devresine girdi. Irak'ı kaybeden Safevîler, kendilerini toplamaya çalışıyorlardı. Kanûnî 1548-49'da ikinci İran seferine çıktı. Tebrîz dördüncü defa işgal edildi (27 Temmuz 1548). Bu seferde Van, kesin şekilde Safevîlerden alındı. Almanya sınırına ve Atlas Okyasunu'na varmış bir Türkiye'nin ancak Van'ı alabilmesi, Doğu'da Safevî Türk imparatorluğunun gücü hakkında bir fikir verir. 7 ay Halep'te, 2.5 ay Diyarbakır'da kalan Kanûnî, Doğu işlerini iyice düzenledi.

Osmanlı Devletinin Deniz Siyaseti

Deniz Siyaseti


Kanûnî Sultan Süleyman'ın Cezayir Beylerbeyisi Barbaros Hayrettin Paşa'şı İstanbul'a çağırması ile Akdeniz politikasında yeni bir safha başlar. 18 amirali ve kudretli donanması ile Cezayir'den İstanbul'a gelen (27 Aralık 1533) Barbaros, kaptan-ı derya tayin edildi (16 Nisan 1534).Barbaros Tunus'u fethetti (22 Ağustos 1534) ise de İmparator-Kral Charles-Quint bizzat gelerek Tunus'u Türklerden aldı (21 Temmuz 1535). Ülkenin kuzey kesimi, İspanyol nüfuzunda Araplar'da, orta ve güney kesimi ise Osmanlı'da kaldı. Ancak Barbaros ve amiralleri, İspanya ve bu devlete ait Güney İtalya topraklarını devamlı şekilde vurmaya ara vermediler. Bu arada Barbaros'un Balear Adaları seferi (Ağustos 1535), İtalya seferi (1537), büyük akisler yaptı.
Venedik'ten Kiklad Adaları'nı aldı. Akdeniz'de Türk gücünü kıramadığı için hiç olmazsa makul çizgiye itemediği takdirde partiyi kaybedeceğini anlayan Charles-Quint, o zamana kadar cihan tarihinde görülmemiş büyüklükte bir armada hazırlayarak Andrea Doria idaresinde Donanma-yı Hümayun üzerine gönderdi.İki donanma en azından Akdeniz hakimiyetini kazanmak için Preveze açıklarında karşılaştı (28 Eylül 1538). En azından 120.000 insanın deniz üzerinde karşı karşıya geldiği bu çok büyük açık deniz vuruşmasında Barbaros taktik manevralarla birleşik Avrupa donanmasını perişan etti.

Charles-Quint, intikam almak üzere Andrea Doria idaresindeki armadası ile Cezayir şehrine çıkarma yaptı. Barbaroszade Hasan Bey, İmparatorun ordusunu mahvetti ve Andrea Doria'nın armadası, Preveze'deki kadar ağır bir zayiat verdi. Charles-Quint'in hayatı en büyük fedâkârlıkla kurtarıldı (24 Ekim 1541).Barbaros, 1543 yazında İmparatorun elindeki Nice kalesini fethetti ve 1543-1544 kışını Toulon'da geçirdi. Charles-Quint, Avrupa'da başlıca rakibiydi, Fransa'yı ezmekten ümidini kesti. Barbaros şan ve şeref içinde İstanbul'da öldü (4 Temmuz 1546). Fakat pek kabiliyetli öğrenciler yetiştirmişti.

Barbaros'un oğlu Hasan Paşa ve evlatlığı diğer Hasan Paşa ile arkadaşı Salih Paşa, Cezayir Beylerbeyisi olarak Kuzey Afrika'da mühim faaliyetlerde bulundular. Bu amiraller kendileri bağlı çok kudretli Cezayir Beylerbeğiliği donanması ile Batı Akdeniz'e hâkim oldular ve çok defa Atlantik'e çıktılar. Bu arada Çanakkaleli Salih Paşa, Fas Arap imparatorluğunu geçici olarak Türkiye'ye bağladı (22 Eylül 1551-Haziran 1556). Böylece Osmanlı hakimiyeti Atlantik'e ulaştı ve Cebelitarık Boğazı'nın güneyine yerleşti. İspanya'nın Kuzey Afrika'da bir iki üssü kalmıştı. Bunları, çok büyük fedâkârlıklarla elinde tutuyordu. Bu arada Barbaroszade Hasan Paşa, Cezayir'deki ikinci beylerbeyiliği sırasında Mostaganem'de İspanyolları çok ağır bir hezimete uğrattı (5 Eylül 1558).

Barbaros'un en kabiliyetli ve deha sahibi talebesi Turgut Reis ise, Güney ve Orta Tunus'u fethettikten ve Andrea Doria'ya Cerbe'de kötü bir oyun oynadıktan sonra Malta'ya çıkartma yaptı (Temmuz 1551). Sonra Saint-Jean Şövalyelerinin elindeki Trablusgarb'ı fethetti (15 Ağustos 1551). Ponza'da da düşman donanmasını vurduktan sonra (5 Ağustos 1552), Korsika adasını baştan başa fethetti (17 ağustos 1153).

Osmanlı Devletinin Yükselme Dönemi

YÜKSELIS DÖNEMI
Istanbul'un Fethi: II. Mehmet, babasinin ölümü üzerine ikinci kez Osmanli tahtina oturdugunda, devletin ortasinda bir ser adacigi hâlinde kalmis köhne Bizans'i ortadan kaldirmayi öncelikle hedef olarak belirlemisti. Böylelikle Osmanli devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini gerçeklestirmek için ilkin Sirbistan ve Eflâk ile anlasma imzalayan Fatih, Karamanoglu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a ulasabilecek muhtemel yardimi önlemek için Bogaz'in Avrupa yakasina Rumeli Hisar'ini yaptirarak kusatma hazirliklarini tamamladi. Nihayet kusatilan Istanbul'a karsi 6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldiri baslatildi. II. Mehmet, Edirne'de döktürdügü çaginin en güçlü toplariyla Istanbul surlarini karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün Istanbul adalarini ele geçiriyordu. Fakat, Haliç'in zincirle kapatilmasi sebebiyle kara ve deniz birlikleri müsterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kusatmanin basarisina gölge düsürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanli donanmasinin karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthis bir plânin gerçeklestirilmesi, kusatmanin seyrini degistirmeye baslamisti. Seksen parçalik donanmayi bir anda karsilarinda gören Bizans'in direnme gücü artik kirilmisti. 29 Mayis 1453'teki nihaî harekâtla Istanbul fethedildiginde, II. Mehmet, Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik serefini elde ediyordu.Bizans'in ortadan kaldirilmasi hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açisindan büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanli Devleti, artik tam bir cihan devleti hâline gelmis, Islâm dünyasi ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmistir. Avrupa için bu fetih çag açip, çag kapayan bir fetihtir. Katolik Avrupa'nin, Ortadoks dünyasiyla bütünlesme çabalari, Istanbul'un fethiyle önlenmis, aksine Balkanlari da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kisa zamanda Ortadokslari himayesi altina almistir. Nitekim Papa V.Nikola'nin Türklere karsi harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamis, aksine, Ege adalarindaki halk, Balkanlardaki bazi despotluklar ve prensler Fatih'i Istanbul'un fethinden dolayi kutlayan mektuplar yazmislardir. Papa'nin istegine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermis fakat onlar da kendilerinden ziyade Sirp, Macar ve Arnavutlari kiskirtarak sonuç almaya çalismislardir.

Fatih'in Bati Politikalar: Sirbistan Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Osmanlilara bagliligini bildiren ve ele geçirdigi bazi kaleleri geri veren Sirplar Macarlar ile is birligi yaparak yeniden düsmanliklarini göstermeye baslamislardi. Bunun üzerine 1454-1457 arasinda üç kez pespese Sirbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat disindaki bütün Sirp topraklari ele geçirildi. Sirp Krali Bronkoviç'in ölümüyle baslayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlilar, Sirplari vergiye bagladilar. Taht kavgalarinin yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sirp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Pasa, 1459'da baskentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyligini olusturdu. Böylece Sirbistan'da 350 yil sürecek Osmanli hâkimiyeti baslamis oluyordu.

Arnavutluk Seferleri; Papalik ve Napoli kralliginin destegi ve kiskirtmasiyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi Iskender Bey, vurkaç taktigi ile Osmanli kuvvetlerine baskinlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çikmaya karar verdi. 1465 yilinda gerçeklesen I.seferde, Ilbasan Kalesi'ni yaptirip, içine asker yerlestiren Fatih, Balaban Pasa'yi bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diger devletlerden aldigi kuvvetlerle Türklere saldiran Iskender Bey, Balaban Pasa'yi sehit etti ve Ilbasan kalesi'ni kusatti. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çikti (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar olusturuldu. Bu sirada Iskender Bey ölmüs ve yerine oglu Jean geçmisti. Arnavutlukta baslayan kargasa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini baslatti. Arnavutlarin elinde kalmis olan Kroya ve Iskodra kusatildi. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanli vilayeti haline gelmis oluyordu.

Mora Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Bizans Imparatoru XII. Konstantin'in ogullari, rakipleri Kantakuzen ailesine karsi Mora'da, Osmanlilarin yardimini istemislerdi. Turahanoglu Ömer Bey, akincilari ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardes arasinda mücadele baslamisti. Bölge ülkelerinin Mora'yi istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nin bir kismini merkeze baglayarak, burada bir sancak olusturdu. Atina ve diger bölgeler ise Osmanli yönetimini kabul etti. Kardesi Dimitrios'a karsi Arnavutlarin destegini alan Tomas'in Osmanlilarla yapilan anlasmayi bozmasi üzerine 2.kez Mora'ya sefer düzenlendi. Tomas, Papa'nin yanina kaçmak zorunda kaldi. Bölgeye çok sayida Türk yerlestirildi. Venedikliler bölge halkini Osmanlilara karsi ayaklandirmaya çalisiyorlardi. Ancak bunda basari kazanamayan Venedik, Osmanli kuvvetleri tarafindan bozguna ugratildi (1465).

Eflâk ve Bogdan Seferleri; Yildirim zamaninda vergiye baglanan Eflâk Prensligi'nin basina Fatih tarafindan Vlad (Kazikli Voyvoda) getirilmisti(1456). Osmanlilara bagli görünen Vlad aslinda gizliden gizliye düsmanlik ediyordu Vlad'in Fatih'in elçilerini kaziga oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yilinda Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Bogdan'dan da yardim alan Osmanli kuvvetleri voyvodayi uzun süre takip etti. Neticede, sigindigi Macarlarin, Osmanlilarla yaptigi anlasma üzerine Vlad'i esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodaliga Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanli eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanli Hâkimiyetini taniyan Bogdan Prensligi'nin Kefe'nin fethinden sonra izledigi düsmanca siyaset üzerine Osmanli kuvvetleri 1476'da Bogdan'a girdi. Fatih'in bizzat basinda oldugu Osmanli kuvvetleri Bogdan ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Böylece Bogdan da yeniden Osmanli hâkimiyetini tanimis oluyordu.

Bosna-Hersek Seferleri; Osmanlilara vergi yoluyla bagli olan Bosna Kralinin, anlasmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Pasa ve Turahanoglu Ömer Bey'e Bosna'nin tamamen fethedilmesi emrini vermisti. 1463 yilindaki seferle Bosna Krali Osmanli hâkimiyetini yeniden tanidi. Ancak seyhülislamin da fetvasiyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyligi olusturuldu. Fakat ordunun Istanbul'a dönmesi üzerine ayni yil, Macar krali Bosna'ya girdi. Ikinci kez düzenlenen seferle Osmanlilar, Yayçe disindaki bütün kale ve sehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasinda Hersek Krali Stefan da ülkesinin bir kisim topraginin Osmanlilara dogrudan baglanmasi sartiyla tahtinda birakilmisti. Ancak 1483 yilinda Hersek tamamen Osmanli topragi hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yi Osmanli topraklarina kattigi zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalilara çok iyi davranmisti. Hem Katolik hem de Ortadokslarin kendi kiliselerine almak için baski yaptiklari Bogomiller bu sebeple Osmanli yönetimine sicak bakmislar ve kendilerine saglanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuslardi. Iste bu Müslüman Bosnalilara "Bosnak" denilmektedir.

Fatih devrinde Osmanlilarin karada en güçlü komsusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek baslarina Osmanlilarla bas edemeyeceklerini bildiginden, dogrudan bir savasi göze alamamis, Fatih de tabiî sinir olan Tuna'yi geçmeyi düsünmemistir. Ancak akincilar vasitasiyla, Macaristan'a güvenligin saglanmasina yönelik yüzlerce basarili akin düzenlenmistir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlilarla dogrudan karsilasmaktansa Balkanlardaki diger devletleri kiskirtmayi yeg tutmustur. Güçlü donmasiyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlilar karsisinda istedigi sonucu alamamis, aksine pek çok ada ve kiyi kaleleri Osmanlilarin eline geçmistir.

Ege Adalarinin Fethi; Istanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün topraklari hâkimiyeti altinda birlestirmek istiyordu. Böylece Bizans'in yeniden dirilmesini önleyecegi gibi, iktisadî ve siyasî açidan da nüfuz alanini genisletebilecekti. Öncelikle Anadolu kiyisina yakin adalari hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapilan korsan akinlarinin önünü kesmis olacakti. Ikinci olarak Orta ve Dogu Akdenizdeki adalar hedef alinmisti ki, bu adalar Fatih'in Italya'ya yani eski Roma'ya geçisini kolaylastiracakti.( Nitekim Gedik Ahmet Pasa komutasindaki bir Osmanli donanmasi Napoli Kralliginin elindeki Otranto'yu fethetmis ve buradan Güney Italya'ya akinlar düzenlenmistir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra basa geçen II. Bâyezid, Gedik Ahmet Pasa'yi geri çagirinca, sehir savunmasiz kalmis ve Italyanlar kaleyi tekrar ele geçirmislerdir).1456 yilinda öncelikle Çanakkale Bogazi'na hâkim olan adalardan Gökçeada (Imroz), Tasoz Enez ve Semendirek adalari ele geçirildi. Ayni tarihlerde Limni ve Midilli halki Türk yönetimine girmek için Osmanlilara basvurmustu. Önce Limni, ardindan, uzun süren kusatmayi müteakip Midilli (1467) ele geçirildi. Venedikliler 264 yildir ellerinde tuttuklari Agriboz Adasi'ndan Mora ve Ege adalarindaki Türk birliklerine karsi saldirilarini yogunlastirmaktaydilar. Bunu önlemek maksadiyla Agriboz'un fethine karar veren Osmanlilar neticede 17 gün süren kusatmadan sonra amaçlarina ulastilar. Epir despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatinin son zamanlarinda Osmanli topraklarina dahil edilmistir. Ancak St. Jean sovalyelerinin elindeki Rodos'a karsi girisilen birkaç muhasara neticesiz kalmistir.

Fatih'in Dogu Politikasi: Karadeniz Politikasi; Osmanlilar, Anadolu'nun büyük bir kismini hâkimiyetleri altina almalarina ragmen kuzeyde, Karadeniz kiyisindaki bazi yerler Trabzon Rumlari, Cenevizliler ve Candarogullarinin elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliginin saglanmasi ve ticaret güvenligi açisindan bu bölgelerin ele geçirilmesi sartti. Iste bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yilinda Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldi. Seferin kendisine karsi yapildigini sanan Candaroglu Ismail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine çikarken, Sinop da dahil Candarogullarinin topraklarini savasmaksizin ele geçirdi. Fatih'in asil amaci 1204 yilinda Lâtinlerin Istanbul'u isgal etmesi üzerine Bizans hanedanina mensup Komnenlerin ayri bir devlet olusturduklari Trabzon idi. Osmanlilara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumlari bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmisti. Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi. Bu sirada Uzun Hasan'in Osmanli ordusunu arkadan çevirebilecegi ihtimaline karsi Fatih, ordusunu Sivas'in güneyinden Yassiçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'in annesi Sara Hatun'un ricasi üzerine Akkoyunlularla bir anlasma yapildi. Anlasmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarina yardim etmemeyi vaat etmislerdir. Anlasmanin akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kusatildi. Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen sehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yil devam eden Trabzon Rum Imparatorlugu da tarihe karismis oldu.

Karadeniz'in Anadolu kiyilarini tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanlari olan Ceneviz kolonilerini ortadan kaldirarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.

Gedik Ahmet Pasa komutasindaki donanma 1475 yilinda Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlilar, Altinorda Hanligi'nin zayiflamasiyla ortaya çikan Kirim Hanligi ile komsu oldu. Azak Kalesi'nin düsürülmesi sonucunda bazi Cenevizliler ile birlikte Kirim hanlarindan Mengli Giray Han da esir edilmisti. Mengli Giray Han'in Istanbul'a getirilmesiyle Kirim Hanligi Osmanli hâkimiyetine girmis oldu. (1478). Kirim hanlari 350 yil boyunca Osmanlilarin batiya karsi en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermislerdir.Anadolu'da Türk Birliginin Gerçeklesmesi; Osmanlilarin kurulus devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanogullari, Fatih'in politikalarina karsi, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin destegini sagladigi gibi, Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakinca görmemislerdi. Bu düsmanca tavir üzerine Fatih 1466 yilinda Karamanogullari üzerine yürümeye karar verdi. Beylik topraklarinin büyük kismi Osmanlilarin eline geçmesine ragmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanogullarina karsi mücadeleyi, Otlukbeli Savasi'nin sonrasinda da sürdürmüstür. Fakat Karaman Beyi Kasim'in ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmis olacaktir. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467 yilinda Karakoyunlu topraklarina sahip olunca Osmanlilar aleyhine hâkimiyetini genisletmeye baslamisti. Anadolu birligi yönündeki bu tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapilan savasta Osmanlilar büyük bir zafer kazandilar. Artik Akkoyunlular Osmanlilar için bir tehlike olmaktan çikmisti.

Fatih bundan sonra Hicaz su yolllarinin onarimi hususunu bahane ederek Memlûklar'a karsi harekete geçti. Fakat bu dönemde Memlûklarla büyük bir savasa girilmemistir. Fatih'in 1481'de hazirlik yaptigi ve ölümüyle yarim kalan seferin ya Rodos'a ya da Misir'a yönelik oldugu söylenir.

Fatih'in ölümü üzerine Osmanli tahtina büyük oglu Bâyezid geçmisti. Ancak diger oglu sehzade Cem, Rodos sovalyelerinin eline düsmesiyle sonuçlanan,taht mücadelesine girmisti. Bâyezid'in mütereddit ve ihtiyatli politikalari sebebiyle, Akkoyunlularin yerini alan Safaviler güçlenerek Anadolu'da Sahkulu Isyani gibi ayaklanmalari kiskirtmis, Memlûklara karsi basarisiz seferler düzenlenmistir. Buna ragmen Bâyezid döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Bogdan tamamiyla Osmanli hâkimiyetine girmis(1484), Venedik ve Haçlilara karsi denizlerde üstünlük kurulmus, Modon, Koron, Inebahti ve Navarin gibi Mora kiyilarindaki kale ve limanlar zapt edilmistir(1502).

Barbaros kardeslerin denizlerdeki zaferlerine ragmen özellikle dogudaki olumsuz gelismeler ve Sahkulu Isyani(1511), devlet islerinden elini çeken Bâyezid'in sagliginda sehzadeler arasindaki taht mücadelesinin kizismasina vesile olmustur. Nitekim Sehzade Selim'in mücadeleyi kazanmasi üzerine 1512 yilinda II. Bâyezid tahttan feragat etmistir.

Yavuz Sultan Selim Devri; Henüz Trabzon'da vali iken Dogu'da Safavilerin nasil güçlendigini gören ve onlarla basarili bir mücadeleye giren Selim, tahta çiktiktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle dogrudan savasa girmeyi kaçinilmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun basinda Dogu seferine çikan Yavuz Selim, Çaldiran Ovasi'nda Sah Ismail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yapti. Iki Türk hükümdarinin mücadelesinden Selim üstün çikti (23 Agustos 1514). Dogu Anadolu topraklari Osmanlilarin eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Sah Ismail'i takip etti. Dulkadirogullari beyligi Osmanli yönetimine alindi ve sonra ilhak edildi (1515)Babasi döneminde Memlûklara karsi yapilan seferlerin çogu kez basarisizlikla neticelenmesi, Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasinda üstünlük kurmalari önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz, Memlûklara karsi büyük bir ordu hazirladi. Misir Memlûk Sultani Kansu Gavri, Osmanli ordusunu Halep'in kuzeyinde karsiladi. Ancak Mercidabik Savasi Osmanlilarin zaferiyle son buldu (24 Agustos 1516). Kansu Gavri savas sirasinda öldü. Malatya'dan Sina yarimadasina kadar olan topraklar Osmanlilarin eline geçti. Kisi Sam'da geçiren Yavuz, tekrar Misir'a yöneldi. Yeni Memlûk Sultani Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapilan savasi da Osmanlilar kazandi. (22 Ocak 1517). Bu savas Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Misir ve Hicaz Osmanli hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bagdat'i isgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlilara geçmis oluyordu. Nitekim Mekke serifi sehrin anahtarini Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmisti. Yavuz dönemi Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasi'nda en büyük güç haline geldigi bir dönemdir.


Yavuz Sultan Selim'in sekiz yil süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanli tahtina oglu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'in 46 yillik saltanatinda Osmanli Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açilardan zirveye ulasmistir. Bu sebeple dost düsman ona Kanuni, Muhtesem, Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmis ve tarihe de böyle geçmistir.

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle "Kanunî Sultan Süleyman" diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini "Muhtesem ve Büyük" (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir.

Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: "Kanunî, "Muhtesem" ve "Büyük" gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece "Kanunî" ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin "Büyük" sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali sayilmistir."

Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas edilen: " O, Süleyman'dandir. Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta) dir. "Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)" âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar yillarini yasadi.

Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti, fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine, Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes, Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak etmisti.

Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa, Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya getirilmisti.

Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada Siîlik, adeta Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs, Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti. Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in, Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu, güneyde Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis etmisti. Böylece bir "Cihan Devleti" haline gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip boy ölçüsecek durumda degildi.

Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu. Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti. Bütün bu müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi Âli, onu "amûd-i neseb-i saltanat" itibariyle ve on rakaminin sayi basi olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emîr Musa'nin da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Osmanli tahtinda bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de yanilmisa benzememektedir. Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla baslar. Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son haddini bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular, Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler, Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan aldiklari ilhamla bütün tebeasi için "saadet ve mutlulugun kapisi" anlamina gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:

Osmanlilarca sadece "Kanunî" ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz Sultan Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar, onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin otoritesi yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu sözleri, kismen Ibrahim Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir.

Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun içindir ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin raporu müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti.

"Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir kivam, bir terkip ve essiz bir sahlanisti.

Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette, ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden, hükmeyleyen hep bu ruh idi.

Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin, takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu."

KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK ICRAATLARI

Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa Valisi olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye kadar da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden korkuluyordu. Bu sebeple Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola çikarilmis, bundan sonra da hiç bir sey olmamis gibi günlük islerin yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm haberi Sehzâdeyi oldukça sarsmisti. Bununla beraber Süleyman "kazaya riza" göstermesini bilmis ve haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul istikametine dogru yola çikmistir.

Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet merkezinde saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta kendisine rakib olacak kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde Süleyman'in, Osmanli tahtina geçisinden bahs ederken su ifadeleri kullanir: " Süleyman, cenk ve cidal olmadan geçip tahta oturdu. Selim, bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortaligi gülistanlik bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet çekmeden o bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde devsirdi." Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis oluyordu. Onun, 30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun duyurulmasi için her tarafa ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun ertesi günü Selim'in cenazesi de Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza Sarayi denilen yerde defn edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin temellerini attirdigi ve fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun adina bir câmi ve imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.

Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera, ümera, dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen divanlarla memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan kararlar mucibince liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi mahlûl bulunan mansiblara da yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan, Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan ipek ticaretinin men'i hakkindaki kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin zaptedilmis bulunan mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden külliyetli miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir. Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal Pasazade'ye göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir. Böylece, daha tahta geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni faaliyetlerde bulunan ve babasinin dönemine göre bazi degisiklikler yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve merhametle hükm edeceginin ip uçlarini vermis oluyordu. Nitekim bazi sayialar üzerine "Kanli" lakabi ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i kethüdasi vâsitasiyle teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in gerek bazi haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari kendi "rizkindan" (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da Kasim l520 (Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal Pasazâde, Kanunî'nin tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer Bey hakkinda su bilgileri verir:

"Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd ile kura vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî Âdem'i pür - huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde olan vilayetlerden nur-i adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i zulm-i eyyâmi ref' itdi."(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm karanligini ve haksizligi kaldirip uzaklastirdi.

" Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden nazar eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile halkin mal ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi."

Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su bilgileri vermektedir: " Zulümleri yüzünden "Kanli" lakabi almis olan donanma kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal (görevini kötüye kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu sabit görüldügü için de astirir. Bu sekildeki adâletli hareketleri ve yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi. Bütün Osmanli ülkesinde hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da bulunan eyâlet valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim Hani'na cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu."